Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hande Altaylı’nın kitabı “Kahperengi” Gül Oğuz’un yönetmenliği ve yapımcılığı ile televizyona taşındı. “Hayat bana biraz merhamet et” diyen genç bir kadının hikayesini anlatan ve iyi reytingler alan yeni dizi “Merhamet” için Altaylı, kitabını bozmayacaklarından emin olduğunu belirtirken Oğuz da “Bu iş hep su gibi aktı” diyor

Her dakika yeni bir dizinin başlayıp tez zamanda kalktığı garip bir dönem yaşıyoruz televizyonlarda. Kimse önünü göremez oldu. Hal böyleyken, Kanal D’de Most Production’ın yeni dizisi “Merhamet” başladı ve istikrarlı bir şekilde yükselip aynı günü paylaştığı “Muhteşem Yüzyıl”ın ardından ikinciliğe yerleşti. Özgü Namal ve İbrahim Çelikkol’un başrolleri paylaştığı dizi; bir kadının hayat mücadelesini, “geçmişte kalamamış” bir çocukluk aşkını ve ailenin yerini alan bir dostluk hikayesini anlatıyor. İyi eleştiriler de alıyor “Merhamet”. Özetle, birkaç sezon sürecek parlak işlerden biri olmaya şimdiden aday.

“Biz bir tutam merhamet istiyoruz”

Bu başarının arkasında üç parlak kadın var: Dizinin uyarlandığı “Kahperengi” romanının yazarı Hande Altaylı, dizinin yapımcısı ve ilk bölümlerin yönetmeni Gül Oğuz ve senaristi Mahinur Ergun. Gül Oğuz ve Hande Altaylı’yla bir araya geldik, “Kahperengi”nin “Merhamet”e dönüş hikayesini dinlemek için... Teyp açılana kadar saça sürülen bebe yağından Zara’nın pantolonlarına uzayan bir muhabbetimiz oldu. Sonra ciddiyete bürünüp “Merhamet”in dünyasında dolanmaya başladık. Her şeye rağmen araya da bir-iki aşk, evlilik tüyosu yerleştirmeyi başardık...

Romanını dizi olmak üzere emanet etmek zor olmadı mı?

Hande Altaylı: Kitabınızın dizi olmasını kabul ediyorsanız önce derin bir nefes almanız ve bilmeniz lazım ki bazı şeyler değişecek. Ama benim emanet ettiğim ekip, olabilecek en iyi ekiplerden biri. O yüzden içim çok rahattı. Hatta Mahinur (Ergun) “Ne kadar müdahale edebilirim?” diye sorduğunda “İstediğin kadar” dedim çünkü onun da riske edeceği önemli bir ismi var. Üstelik hepsi de kitabı sevdi, bozmayacaklarına dair inancım sonsuzdu.

Haberin Devamı

Senin romanla buluşman nasıl oldu?

Gül Oğuz: Mustafa (Oğuz) okudu ve bana anlattı, ben de hemen okudum. Hep doğru şeyler oldu bu işte, her şey tıkır tıkır gitti. Biz öyle inanırız, bazı iş kendi enerjisiyle güzel akar, bu iş su gibi aktı.

Haberin Devamı

Narin’i okurken gözünün önüne gelen yüz Özgü Namal’ınki miydi?

Gül O.: Özgü tabii çünkü çocukluk kısmı da vardı, Özgü’nün çok esnek bir yüzü var ve çok iyi oyuncu.

“En sevdiğim karakter Recep, o da kader kurbanı”

Sen Özgü Namal’ı “Bu benim Narin” diye mi izliyorsun, başka biri gibi mi?

Hande A.: Bir yerde benim yazdığım kitap duruyor, “Kahperengi”, o başka bir şey, “Merhamet” ise eşittir Hande Altaylı artı Mahinur Ergun artı Gül Oğuz artı Çağatay Tosun artı karakterlere can veren oyuncular. Birçok insanın emeği ve yeteneği karıştı işin içine. Bazı sahneler hayal ettiğimden daha güzel çıkıyor.

Romanın ismini niye değiştirdiniz?

Gül O.: “Kahperengi” olağanüstü bir isim. Değiştirmek hiç istemedik açıkçası. Fakat şuradan yola çıkarak değiştirdik: Belki bir baba “Hadi kızım televizyonu aç da ‘Kahperengi’yi seyredelim” demek istemeyebilir. Ve bu işte de hakikaten bir merhamet eksiği var. “Hayat, bu sefer merhamet et bana” diyor. Hande’ye de sorduk, onun onayını almadan hiçbir şey yapmıyoruz. O kadar büyük bir sevgiyle işin içinde ki, hiç kişilik meselesi yapmıyor.

Haberin Devamı

Narin’in babası fazla kötü değil mi?

Hande A.: Yazarken benim en çok sevdiğim karakterlerden biriydi Recep. Onu kimsenin sevmeyeceğini bildiğim için belki bir şefkat duydum ama sonuçta o da kader kurbanı. Hayatta aradıklarını bulamamış bir adam. Sevmediği bir kadınla parası için evlenmiş, bir karakter zaafı ama bunun getirdiği mutsuzluk gerçek.

Hayatta da insanlara karşı bu kadar anlayışlı mısın?

Hande A.: Karakterlerime karşı daha anlayışlıyım elbette ama yine de biri çok kötü bir şey yaptığında hep aynısını ben de yapabilirmişim korkusu yaşarım. İnsana ait her türlü fenalık; birinde varsa öbüründe de vardır. Hepimiz sonuçta aynı mayadanız ve o mayada kıskançlık var, kötülük var, hırs var, iyilik var, neşe var, öfke var... Herkeste karışım biraz daha farklılaşıyor ama birinin günahı bence herkesin günahı.
Gül O.: İşte biz de bütün bunların arasına bir tutam merhamet istiyoruz.

Sen daha çok mücadeleci kadınların hikayesini yapıyorsun, belki ondan yakınlık duydun Narin’e de...

Gül O.: Evet ben bunda “Sıla”nın enerjisini hissediyorum. Gerçek hayat hikayeleri çok etkili bir şey. Televizyon da o anlamda çok büyük bir güç. Doğru bir yerlere dokunursak, çok etkili oluyor.

Bu anlamda geri dönüşler de aldın, değil mi “Sıla”da?

Gül O.: “Sıla”da tabii bölgesel bir değişim gördük Mardin’de. Sonra orada ilkokulumuz da oldu, sağlık ocağımız da oldu. Kızlar basketbolda bölge ikincisi olmuşlar, çok büyük gurur. 450 çocuk var Sıla okulunda okuyan. O zaman adamlar bile “Karımıza tavrımız değişti” diyorlardı.

“Bundan sonra beraber sinema filmi yapacağız”

İkiniz birbirinizi bu kadar sevdiğinize göre birlikte başka projeniz var mı?

Hande A.: Film yapmak istiyoruz birlikte. Gül’ün güzel bir hikayesi var, benim de bir tane hikayem var. Onları konuşuyoruz, sonra bir yola gireceğiz inşallah. Ben yazacağım, Gül çekecek.

Eşin Mustafa Oğuz ne kadar işin içinde?

Gül O.: Mustafa yapımcımız. Şimdi üçüncü bölümden sonra ben yapımcıyım ama ben daha kreatif kısımdayım, o patron.

Kolay oluyor mu beraber çalışmak?

Gül O.: Artık alıştık. Başarı ve güzel bir sonuç olunca kolay, tersi olduğu zaman zor. İşten çıkıp eve gidiyorsun, gene aynı şey, kaçamıyorsun. Bir hata yapmış oluyorum ben mesela, patronunsa kaç git eve, unut; hayır akşam da görüyorsun vicdan azabı gibi. Çok fena tabii.

Kızar mı öyle durumlarda?

Gül O.: Yok Mustafa öyle bir adam değil zaten de, onun bir şey söylemeyip “Hay Allah, bunu nasıl çözeceğiz?” demesi yeter zaten. Sen kahrol orada. Nereye kaçayım, arka odaya mı?

Narin’le Fırat’ınki bitmeyen bir çocukluk aşkı. Siz çocukluk aşkınızı hatırlıyor musunuz?

Gül O.: Ben unutuyorum artık her şeyi, son 26 senedir Mustafa’yla beraber olduğum için. Vardır tabii çocukluk aşkı, olmaz mı? Bir tanesinin ismini hatırlıyorum ama öyle uzaktan bakışmışız. Biz biraz daha saftık, daha şapşaldık. 14 yaşındasın, ancak elini tuttu ya da tutmadı. Ama çok güzel tabii, şimdi üçüncü bölümde bir sahne var, kızı öpüyor hani, o kadar tatlı ki, tam çocukluk aşkı, heyecanlarını hissediyorsun ve hatırlıyorsun kendini.
Hande A.: Narin’le Fırat gibi bugüne kalmış bir şey değil ama benim de var tabii. Çocukluk aşkı zaten gerçek aşkın tanımı.

“Fatih diziyi izlerken ağlıyor”

Sizin aile nasıl buluyor diziyi?

Hande A.: Fatih (Hande Altaylı’nın kocası Fatih Altaylı) arabalara falan takılıyor. Geçen gün bir sahnede araba camı parçalanıyordu, “Çok zor bulunur o arabanın camı, kıracak mı yani?” diye isyan ediyordu. Kızım da dizide Narin’e babası “Ders çalışmayacaksın” dediğinde bana dönüp “Anne Narin senin hayalindeki çocuk, Recep de benim hayalimdeki anne” dedi. Sonra dayak sahnesini görünce vazgeçti tabii.

Bir röportajda “Fatih hemen ağlar” demişsin, diziyi izlerken de ağlıyor mu?

Hande A.: Tabii tabii ağlıyor ama onun ağlaması için öyle çok fazla bir şey olmasına gerek yok. Filmlerde bazen ben hiç ağlamam, çıkarız, bakarım Fatih perişan olmuş.

“Evliliğin ilk 20 senesi zor, sonrası çok lezzetli”

26 yıllık evlilikten sonra aşkla ilgili düşüncelerin neler?

Gül O.: Hep şunu söylüyorum,
15-20 sene dayan, sonrası çok lezzetli. 15 senesi zor çünkü yaşın da genç oluyor, hayatta taleplerin var, her şeyi görmek istiyorsun ama bir şekilde de bağlısın, bağımlısın. Şimdi Allah nazardan saklasın, çok başka bir yere geçti ilişkimiz. Artık kendi egoların kalmıyor, kıskançlıkların yok, tabii ki arada yine şiddetli şeyler yaşanıyor ama, çok değerli oluyorsun birbirin için. Hiçbir şey Mustafa’yı üzmeye değecek kadar önemli olamaz artık hayatımda.
Hande A.: Biz önceki aşamadayız ama söylediğin doğru. Bir de insanlar değişiyor. O evrilme ve devrilmelerde sıkı durmak lazım. Bir de onlarda birbirine uyabiliyor musun, o önemli.

Sizin Mustafa Bey’le çok güzel bir balon hikayeniz var, onu anlatır mısın?

Gül O.: Balonlarla kandırdı beni. Annem rahmetli “Bir balona gittin” derdi. Mustafa daha yolun başında, Şan Tiyatrosu’nda çalışıyor, ben de bir proje hazırlıyorum ve çok mutsuzum, hiç ders çalışmak istemiyorum, kapı çaldı. Annem açtı, “Gül, gel” dedi. Mustafa bir baloncunun elli tane mi yetmiş tane mi ne, bütün balonlarını almış, “Senin moralin bozuktur şimdi” diye getirmiş. Bütün evin içi balon doldu.

Sizde var mı öyle sürprizler?

Hande A.: Fatih sürpriz yapmayı çok sever, ben de nefret ederim sürprizden. “Bana söyle önceden” diyorum, “Bana sürpriz yapma”. Kesin otuz tane vardır ve ben hatırlamadığım için kafama kakar.

“Seyirci moron değildir ve yanılmaz”

“Merhamet” için “Muhteşem Yüzyıl’ı zorlayacak” gibi haberler çıktı. Ne diyorsunuz?

Gül O.: “Muhteşem” oturmuş, son senelerin en güzel işlerinden biri, öyle kolay zorlanmaz ama tabii yaptığı işin beğenilmesi insana büyük bir mutluluk veriyor, onun hiçbir maddi karşılığı yok işte. Şimdi artık kolay da değil işler, sektör zor durumda.

Kaç yıldır bu işi yapan biri olarak bir dizinin tutması için belli formüller olduğunu düşünüyor musun?

Gül O.: Yok, her şeyi beğenerek yapıyoruz. Bazen bizim de hatalarımız oluyor. Eskiden “Biz mükemmel yaptık da seyirci beğenmedi” diye düşünüyordum, artık öyle düşünmüyorum. Kendi kısıtlı dünyalarımızda yaşarken kendi zevklerimizi genelin beğenisiymiş gibi algılama hatasına düşüyoruz. Tamam, etrafındaki
üç-beş kişi beğeniyor ama gerisine ulaşmıyor, dokunmuyor. Kendi ülkenin realitesinden kopmamak gerekiyor.

Benim çalıştığım bir yapım şirketinde patron “Yaptığınız işi siz beğenmeyeceksiniz, bunu unutun” derdi...

Gül O.: Yok beğenmeden yapamazsın ki, çok ayıp bir kere seyirciye.
Hande A.: Ogilvy’nin bir sözü vardır, “Tüketici moron değildir” diye. Ben her zaman ona inanırım, tüketici ya da seyirci moron değildir, sizin annenizdir, komşunuzdur, arkadaşınızdır... Kimsenin zekasını küçümseme hakkımız yok bence. Ve genel algıda seyirci çok yanılmaz. Bir işi çok seviyorlarsa o işin mutlaka bir büyüsü vardır.