Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kanal D’de yayımlanan “İntikam”ın kadrosuna Beren Saat’in canlandırdığı Derin’in annesi olarak dahil olan usta tiyatrocu Tilbe Saran “Ben pek dizi izleyen biri değilim. Teklif gelince şaşırdım aslında” deyip rolünü anlattı: “Acılı, ağır sıkıntılar yaşamış, kendine de kızına da zarar vermiş, öyle olunca da kliniğe tedaviye gitmiş bir kadın. Katmanlı, duyarlılıkları olan, kırılgan... Biraz saldırgan, sert, kabuklu...”

Birkaç hafta önce çıkan “Beren Saat’in annesini oynayacak oyuncu belli oldu” haberleri bir kısım tiyatro izleyicisi tarafından “İntikam dizisini izlememiz için bir sebep çıktı” şeklinde tercüme edildi. Çünkü televizyon dizilerinde pek görmediğimiz Tilbe Saran, Türkiye sahnelerinin gerçek yıldız oyuncularından biri. Tuhaftır, ilk olarak ekranlarda, “Kuruntu Ailesi”nde tanımıştık onu ama sonra tiyatro sahnesinde birbiri ardına şahane işler yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları’na “Çalıkuşu” olarak veda edip Cüneyt Türel ve Işıl Kasapoğlu ile birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu kurdu ve unutulmaz roller oynadı...
Şimdi de işte birçok şart bir araya gelmiş, onu “İntikam” ekibine katılmaya ikna etmiş. Biraz anne olmaktan, biraz hayattan konuşurken söz sürekli tiyatronun etrafında dolaştı tabii... Çünkü onun için dizi ile tiyatro, durgun göl ile okyanus kadar farklı.
Ve bir oyuncuya her zaman dalgalarla boğuşmayı öneriyor...

Haberin Devamı

Dizide oynayacağını öğrenince şaşırdık...

Ben de şaşırdım aslında... Ama hem süren bir iş hem ekip çok iyi... Benim
asıl tav olduğum, bu rolü orijinalinde belki de hayatta en sevdiğim oyuncunun oynaması; Jennifer Jason Leigh... Tiyatro oyuncusu, ben “Kabare”de izlemiştim New York’ta. Ve işte orada oltaya geldim.

Peki, dizinin orijinalini veya Türkiye’dekini izlemişliğin var mıydı?

Hayır, hiç yoktu. Ben çok dizi seyreden biri değilim. Her diziye bir bölüm bakmışlığım oluyor mesleki meraktan.

Seni bugüne kadar televizyondan uzak tutan neydi?

Çalışma koşullarının insani olmaması. Bu sette o var gördüğüm kadarıyla. O çekincemi bir kenara atınca ve oyun olarak ağırlıklı ama zaman olarak çok ağırlıklı olmayacak bir çalışma olduğundan “yeme de yanında yat” kontenjanından kucağıma düştü.

Haberin Devamı

“Oynadığım bütün kadınlar pırıl pırıldı, muhteşemdi”

Senin oynayacağın Hale, Yağmur’un, yani aslında Derin’in annesi. O annesini öldü zannederken çıkıp geliyor... Ne olmuş bu süreçte?

Acılı, zamanında ağır sıkıntılar yaşamış,
o sıkıntılardan dolayı kendine zarar vermiş, sonra kızına zarar vermiş, sonra da bir kliniğe tedaviye gitmiş....

Nasıl bir kadın olarak çıkacak karşımıza peki? Bir işkadını mı mesela?

Ücra bir yerde pansiyon işletiyor. Gözlerden ırak, eski hayatını silip sıfırdan başlama gayreti içerisinde.

Peki, huyu suyu nasıl? Ona karşı ne hissediyorsun?

Tabii ki oynayacağım her rolü olduğu
gibi onu da çok seviyorum. Şahane bir kadın bence... Katmanlı, duyarlılıkları olan, kırılgan... Biraz saldırgan, sert, kabuklu...

Peki orijinalini izledin mi sonra?

Tabii canım. Jennifer Jason Leigh’i görünce yapıştım.

Haberin Devamı

Çünkü hani vardır ya ondan etkilenmeyeyim, başka türlü olsun...

Bence dizi de bir uyarlama olduğu için ondan kaçınmaya imkan yok. Ama sonuçta Türkçe, Türkçenin ritmi, Türkiye’nin ritmi daha Akdenizli. Dolayısıyla buradaki renk
ve doku da olabildiğince yerli bir şey oluyor.

Demin “Bütün oynadığım kadınlar gibi onu da seviyorum” dedin. Hepsiyle böyle bir ilişkin oluyor mu gerçekten?

Kesinlikle. Hepsi çok güzel kadınlardı. Çok akıllı, pırıl pırıldı, hepsi muhteşemdi.

Beren Saat’le tanışır mıydın?

Hayır, uzaktan tanıyorum.

Peki, bu ekipte daha önce birlikte çalıştığın veya ahbap olduğun kimler var?

Engin Hepileri ve Mert Fırat. Mert yüksek lisansta öğrencimdi.

Nasıldı öğrenciyken?

Hep parlaktı.

“Nejat İşler’e çok kızıyorum”

İzlerken böyle bir gurur oluyor mu?

Elimin ona çok değdiğini söyleyemem. Az gelip giden biriydi. Ama geldiği zaman yaptığı her şey göz kamaştıran şeylerdi.

Engin Hepileri...

Onunla da Kenter Tiyatrosu’nda “Martı” da çalışmıştık. Hem oyuncu hem insan olarak çok kıymetlidir. Diziye karar verirken de Engin’in olması benim için önemliydi.

Nejat İşler’le tanışmıyor musunuz?

Beraber bir işimiz olmadı ama birbirimizi tanıyoruz. Ben ona kızıyorum çünkü defalarca “Tiyatro yapacağım” dedi ve yapmadı.

Evet, hâlâ da yapacağım diyor...

Bence de artık korkuyor ve yapmıyor. Yapsın. Çünkü oyunculuğun er meydanı hakikaten sahne. Tulum çıkartmak gibi, löp et. Burada, kes-yapıştır, parçala-böl. Tabii iyi donanımlı oyuncu ekranda, perdede kendini hemen belli ediyor ama insanın kendini geliştirebilmesi için bir o kutsal tahtaya ayağını değdirmesi gerekiyor. Oyun seyirciyle el ele, göz göze oynanır. Oyuncu o bire bir ilişkiden, göbek bağından mahrum kalmak kurumak demek, hep cepten yemek demek. Tiyatroda özgürsün ve tehlikeli sulara, kendi ruhunun karanlıklarına gömülürsun; öbürü öyle değil, orası emniyetli.

“Hayatımın pek fazla değişeceğini sanmıyorum”

Ama hiç tiyatrodan geçmemiş oyuncular da var...

Elbette var ama hepsine tavsiye ederim. Durgun gölde yüzmekle okyanusta boğuşmaya benzer.

Dalgalarla boğuşmalarını öneriyorsun...

Kesinlikle, eğer bu mesleği seviyorlarsa elbette ki...

Sen tabii tiyatro izleyenler için bir yıldızsın ama şimdi “İntikam” yayımlanacak ve birdenbire birçok insan “Aa bu kadın nereden çıktı” diyecekler. Nasıl bir duygu bu?

Bunu onlara sormak lazım...
Ben hayatımın çok değişmeyeceğini düşünüyorum.

“Cüneyt’i çok özlüyorum”

“Dizi teklifi gelince ben de şaşırdım”

Hâlâ taze ama biraz Cüneyt Türel’den de bahsetmek istiyorum. Hayatının önemli bir bölümünü onunla geçirmiştin. Ondan sonra hayat nasıl?

Mesleki olarak çok özlüyorum. Birlikte bir oyunu izlemeyi, bir filme gitmeyi, üstüne konuşmayı... Biraz Google gibi kullanırdım, “Cü, bu oyun Türkiye’de oynamış mıydı? Ne zaman oynamıştı, kim çevirmişti?” gibi... Elbette çok özlüyorum. Ama güzel anılar biriktirmiş olmak da bir şans diye düşünüyorum. Ve artık sayfayı çevirdiğimi...

“40 yaş bana çok ağır gelmişti”

Bir yazı yazmıştın geçen yıl “40 yaşında çok ağladım” diye, öyle mi oldu gerçekten?

Gözlerim kapandı, bayağı buzlar koyacak kadar...

Doğum gününde mi?

Evet, 40 yaşıma girdiğim anda gece belli bir saate kadar durdum, durdum sonra Zeynep Avcı’nın oğlu aradı, “Doğum gününmüş Tilbe” dedi ve ondan sonra kimse beni susturamadı, ertesi sabaha kadar ağladım. 50’de de “battı balık yan gider” oldu. “Boşver, anın tadını çıkarmak da güzel”...

Sonra 40’lar güzel geldi mi bari?

Evet ama onu sonra, 50 olunca anlıyorsun. Sonra dedim ki “Salak
60 olunca da bunu diyeceksin”, o yüzden şimdiden tadını çıkar. Ama
40 bana çok ağır geldi, gerçekten hastalanacak kadar ağır geldi.

“Çocukken annemin öğrencilerinden nefret ederdim”

Son oynadığın filmde, burada son iki projede de, “Zenne”de de seni anne olarak gördük. Senin annenle nasıl bir ilişkin vardı?

Her anne-kız ilişkisi gibi itişmeli kakışmalı, aşk dolu... Biz hep anaerkil bir aileydik. Annem çok kuvvetli biri hayatımda. Son
dokuz yıl evden çıkamadı. Ama hayattan hiç kopmadı. Son güne kadar ne yapıyorsam hep çok ilgilendi. Hem mesleki olarak ilgiliydi hem insan çok severdi. Ben de anasının kızıyım.

“Anne olmamanın sızısı arada yüreğimi dağlar”

Nasıldı profesör bir anneye sahip olmak?

Çocukken nefret ediyorsun. Hayalimdeki annem önlük giyip mutfağa girmiş ve ne hikmetse sigara böreği kızartan bir anne.
Öyle bir annem olmadı. Önceleri bunu hep
bir yoksunluk gibi yaşadım. Sonra çok kıymetli oldu, onunla başka noktalarda buluştuk. Öğrencilerinden nefret ederdim, kıskanırdım. Benim için her sonbahar ağır bir depresyondur; çünkü yazın annemleydim, sonbahar annesiz kalmak demek...

Sen hiç anne olmayı düşünmedin mi?

Bir dönem çok istedim. Arada sızısı yüreğimi dağlar. Ama demek ki yeteri kadar istememişim ki gayretim eksik kalmış.
Gezi olayları oluncaya kadar da iyi ki olmamış diyordum, sonra oradaki çocukları görüp
keşke dedim. Ama işte onlar da öğrencim oldu.

“Okula büyük bir iştahla döndüm”

Sen konservatuvarın yanında bir de arkeoloji okumuşsun. O niye?

O zaman öyle bir imkan vardı, konservatuar henüz üniversiteye bağlanmamıştı ve aynı anda okunabiliyordu. Ben de hem tam ne yapacağımı bilmiyordum hem de annem ve babam o dönemki anne ve babalar gibi “aslında oyunculuğu hobi olarak yapsan
ne iyi olur” havasındaydı. Çok kısa bir süre sonra günümü, gecemi orada geçirmeye başlayınca üniversiteyi bıraktım. Ama Şehir Tiyatrosu’ndan ayrıldığımda af çıkmıştı. Yarış öncesi bekleyen atlar gibi öyle bir iştahla döndüm, hızımı alamadım, mastıra başladım...

Ben seni izledikçe oyunculuktan başka bir şey yapman mümkün değilmiş gibi geliyor halbuki...

Ben de oyunculuktan başka her şeyi yapmak istiyorum. Yani her şeye arsızca iştahlıyım. Mesela yamaç paraşütünden gazeteciliğe, yemek pişirmekten veterinerliğe... Biri gel şimdi şunu yapalım dese hemen, seyahat etmek falan, hemen...
Her an gayet kısa süreli dikkatim ve yoğunlaşma yeteneğim var. Tabii bu oyunculukta işe yarıyor; çünkü o rol neyse onun o pabuçlarına girmemi sağlıyor ve bir süreliğine doktormuşsun gibi yaşama lüksün var. Ben bunu sonuna kadar kullanıyorum.

“Zenne’nin yönetmenleri hayatıma giren en önemli iki insan”

Yeni sinema filmi var mı?

Caner Alper ve Mehmet Binay’ın, “Zenne”nin yönetmenlerinin ikinci filminde oynayacağım. Çok keyifli ve “Zenne” kadar ses getirecek bir film olacağını düşünüyorum. Taner Birsel, Nilüfer Açıkalın, Ece Dizdar oynuyor, Dot’tan birçok insan var. Ece kızım, Taner eski koca. Biraz sağlıksız bir baba-kız ilişkisi anlatıyor o kadarını söyleyeyim. Ve o sağlıksız ilişkiye göz yummuş olan bir anne.

Ne zaman başlıyor?

Aralıkta başlıyor, çok geniş bir zamanda çekecekler çünkü mevsim değişiklikleri var. Bir de dönem var, 70’ler, 90’lar ve 2000’ler... Bayağı külfetli bir prodüksiyonu var. Nasıl seviyorum onlarla çalışmayı ve birbirimize nasıl iyi geliyoruz anlatamam. Benim hayatıma son yıllarda giren en önemli iki insan.