Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Candan Erçetin müzikte 20’nci yılını kutluyor. Öncesinde uzun bir hazırlık dönemi olduğu için donanımlı başlanmış, başarılarla dolu bir 20 yıl... Müzik gönlüne göre yaptığı bir şeydi ve canı istediği için yaptığı işler samimiyetinden ötürü alıcısına ulaştı her zaman

Tarih: 3 Aralık 1995 Pazar. Saat: 14.30. Not: Çekimler sırasında özel koruma kullanılmamıştır. Teşekkürler Beyoğlu... Ekranda önce bu yazı, ardından Galatasaray Lisesi’nin kapısı açılıyor ve fıstık gibi bir Candan Erçetin stilettolarının üzerinde uçan adımlarla İstiklal Caddesi’nde yürümeye başlıyor. Ardında da koca bir erkek kalabalığı. Hiçbirini görmüyor gibi. Sadece dimdik karşıya bakıyor ve bastığı yerden ses getirerek yürüyor.

Yüzünde alaycı bir gülüş -ki bu onun alametifarikasıdır- gözlerinden mavi ışıklar saçarak yürüyor... Ne korumaya ihtiyacı var ne insanlara dokunmaktan çekincesi... “Ben kaç bahar bilirim, izler benim tek şahidim” derken henüz 30’larının başında ama 20 yıl boyunca onu farklı kılacak o hayatı çözmüş bitirmiş, hiçbir rüzgarla kolay kolay yıkılamayacak güçlü kuvvetli kadın hali yerli yerinde. Biraz damarlarında dolaşan Balkan kanından, biraz da sahip olduğu birçok özelliği borçlu olduğuna inandığı Kova burcundan.

Gönlünde yatan aslan arkeoloji bölümüydü

10 Şubat 1963’te bir yanı Priştina, bir yanı Üsküp kökenli Erçetin ailesinin kızı olarak Kırklareli’nde dünyaya geldi Candan. Müzik öğretmeni olan babası Almanya’nın Frankfurt’a bağlı Hanau kasabasına tayin olunca, küçük yaşta Almanca ile tanıştı. 3.5 yılın sonunda ilkokul yıllarını geçirdiği Kırklareli’ye döndü.

Güçlü karakterini inşa eden üçüncü faktörle ilkokuldan sonra tanıştı:
Parasız yatılı olarak kazandığı ve 11 yaşında koca şehirde bir başına kalarak kendi kendisine tutunmayı öğrendiği Galatasaray Lisesi’yle. Bir de hayat boyu yoldaşı olacak kız arkadaşlarıyla tabii...

Müzik ezelden beri hayatının orta yerindeydi. 1979’da İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda şan eğitimine başladı. Ama bir meslek seçeneği değildi onun için. Arkeolojiydi gönlünde yatan aslan. İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’ne girdi. Fakat bildiği gibi akan hayat, Candan Erçetin’i hiç planlamadığı şekilde müziğin ortasına, ekranların önüne attı. Seden Gürel ve Sevingül Bahadır’dan oluşan Onlar grubu, Gür Akad’ın kurduğu Klips ile birlikte 1986 Eurovision’unda Türkiye’yi temsil edecekti. Ancak Seden Gürel’in final sınavına denk geliyordu yarışma. Onun yerine Candan Erçetin katıldı gruba.

Oslo’daki yarışmada “Halley” o güne kadarki en iyi dereceyi alıp dokuzuncu olurken, Candan Erçetin kendi yoluna gitti gene.
Belli ki müziğe henüz “hazır” değildi. Arkeoloji hâlâ göz bebeğiydi. Burs alarak yüksek lisans yapmak üzere Viyana Üniversitesi’nin yolunu tuttu. Aslında bir daha dönmemek üzere. Ama ne kadar “Avrupalı” olursa olsun, onu doğduğu topraklara sıkı sıkı bağlayan sağlam kökleri vardı.

Konserlerine çıplak ayaklı çıkıp şakır şakır oynadı

Bir yıl sonra yurda döndüğünde yavaş yavaş müzikle kazanacağı bir hayatın temellerini atmaya başladı. Konservatuvar eğitimini tamamladı önce. Sonra Siyah & Gümüş gece kulübünde şansonlar söylemeye başladı. Galatasaray Lisesi’nde baba mesleği olan müzik öğretmenliğini sürdürürken, menajerlik ve organizasyon yapıyordu bir yandan. İşin her alanında deneyim kazanarak gümbür gümbür gelen bir kadının ayak sesleriydi bunlar. 1995 yılında “Hazırım” diye haykırdığı ilk albümle tereddütsüz bir patlama yaptı.

Sandalyeye ters oturmuş, olanca efe duruşuyla kapısına dayanma olasılığına karşı yaka paça sokağa atmakla tehdit ettiği eski sevgiliye sesleniyordu. Bir Mete Özgencil-Gökhan Kırdar parçasıydı söylediği.
O gün de, daha sonra da öyle terk edildi diye salya sümük ağladığını, sürüm sürüm süründüğünü görmedik pek şarkılarında. Ya had bildirir ya hayat dersi verir (“Elbette”, “Yalan” ve daha pek çoğunda olduğu gibi), olmadı olgunlukla hatayı kabullenir (“Onlar yanlış biliyor, kimsenin suçu değil bu, benim suçum”). 2003’te yaptığı “Candan chante hier por au jour d’hui”deki “Ne me quitte pas” bir istisna ki, o da Fransızca olduğu için “cool”. Candan Erçetin zaten her haliyle öyle. Kızıl saçları, delici bakışlı mavi gözleriyle gayet mesafeli ve soğuk görünürken, çıplak ayak çıktığı konserlerinde de şakır şakır oynarken izleyen dinleyicileri bildi içindeki sahici kadını. Balkan ezgileri en çok onun sesinden sevildi.

1996 yazında Türkiye’de yapılmayan bir şey yaptı; bir remiks albümü olan “Sevdim Sevilmedim”i çıkardı. Bir yıl sonra da ikinci solo albümü “Çapkın”ı. 1998’de yine remikslerden oluşan “Oyalama Artık” geldi, 2000’de “Elbette”... Kendi söz ve besteleri de oluyordu albümlerinde artık. Ama sesiyle ve tavrıyla en çok bütünleşen sözleri Candan Erçetin için Sinan ismini kullanan sevgilisi Hakan Karahan yazıyordu.

Denemelerden çekinmedi

”Neden”le, “Melek”le hayatı sorgulamaya devam ederken, Fransızca şarkılardan bir albüm yapmaktan ya da aynı şarkıları hem Yunanca hem Türkçe söylediği “Aman Doktor” gibi denemelerden de çekinmiyordu. Müzik gönlüne göre yaptığı bir şeydi
ve “Dinleyici neyi sever?” diye hesaplamadan, canı istediği için yaptığı işler de samimiyetinden ötürü alıcısına ulaşıyordu. “Şarkı söylemesem dünyanın sonu olmazdı” diyordu 2005’teki söyleşimizde. 10’uncu yılını kutluyor ve o zamandan kendisini yorgun hissediyordu: “Gözüm kozamı sarabileceğim kuytu bir köşe aramıyor değil.”

Zaten ilk yıllarındaki gibi seri olarak albüm çıkarmayı bırakmıştı, “Melek”ten sonra beş yıldan fazla ara verdi. 2009’da “Kırık Kalpler Durağında” ile Cemal Safi’li, Ömer Hayyam’lı, Neyzen Tevfik’li okkalı bir dönüş yaptı. 13 şarkıda da kendi imzası vardı üstelik.

Bir sonraki albüm için dört yıl beklememiz gerekti. Zümrüd-ü Anka efsanesinden esinlendiği “Milyonlarca Kuştuk...” 2013’ün 3 Haziran’ında, Gezi Parkı’nın ortasına “düştü” kelimenin tam anlamıyla. Bu yüzden de diğer Candan Erçetin albümleri kadar ses getiremedi. Zaten çok fazla röportaj vermez, öyle sürekli her yerde karşımıza çıkmazdı, iyice sessizliğe gömüldü. Beyazıt Öztürk’le şarkılı atışmaları da olmasa göremeyecektik kendisini.

Tam “Kozasını saracak kuytu bir köşe mi buldu yoksa?” derken, haber geldi... 29-30 Temmuz’da Açıkhava Tiyatrosu’nda müzikte kendi kalbine ve kafasına göre geçirdiği, kimseye yaslanmadan dimdik durduğu 20 yılı kutlayacak Candan Erçetin. Biz de bu kadar kendine özgü bir sesin, hayatta kendi kurallarını koyup uygulamış ve adım adım zirveye ulaşmış bir kadının
20 yılına tanıklık etmiş olmanın sevincini... O “kuytu köşeyi” hiç bulmaması dileğiyle...

“Star besinleriyle beslenmedim”

Fiziği ne kadar soğuk ve mesafeli görünmesine neden olsa da aslında bildik star davranışlarından uzak, hayattan ve insanlardan kopmadan, olabildiğince “sıradan” bir hayat sürdüren bir kadın Candan Erçetin. Lüleburgaz Ayvalıköy’de bir çiftliği, aile bireyleri saydığı köpekleri var. “Ben star değilim” diyor: “Bunlar hep etki-tepki meselesi. İki korumayla çıksam sokağa, eminim ki insanlar ‘Bu korunan şeye bizim de şöyle davranmamız lazım’ diye içgüdüsel olarak bir duygu geliştirecekler. Öyle olmayınca onlar da taşkınlık yapmıyor. Star besinleriyle beslenmedim ben hiç, izleyiciden o kadar uzak olmak istemem.”

Galatasaray her yerde

Galatasaray Lisesi’ndeki müzik öğretmenliğine ünlü olduktan sonra da devam eden Candan Erçetin, 2009’dan sonra Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerine diksiyon dersi vermeye başladı. 2007’de kendini hep borçlu hissettiği lisesinin mezunlar derneğinin ilk kadın başkanı oldu. 2013’te Galatasaray Spor Kulübü’nde başkan yardımcısı oldu, bir yıl sonra da basketbol şubesinin başına getirildi.