Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kuralları sorgulamayı, sınırları zorlamayı şiar edinen Erdal Beşikçioğlu, ekranlarda olmasa da sürekli gündemde. Bu hafta hem hangi partiye oy vereceğine dair açıklamasıyla konuşuldu hem de sekiz senedir kapalı gişe süren “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin İstanbul turnesiyle

Roller ona yapışmıyor, yakışıyor

Bir cümle üzerine bu kadar tahmin yürütüldüğü az görülmüştür herhalde...
Hâlâ ulaşılabilen sosyal medya platformları Erdal Beşikçioğlu’nun Artı1 TV’de katıldığı programda yaptığı açıklamayı “tefsir” etmeye çalışanlarla dolu. Ne dedi Beşikçioğlu? “Ben kalkınmanın adaletinin olacağını düşünmüyorum. İçinde ‘halk’ olan bir partiye oy vereceğim. Beni daha
iyi anlayacaklarına inandığım için. Halk ile beraber yürüyen bir parti olacak.”
Şu an, “Behzat Ç., CHP’ye oy vereceğim dedi”cilerle “Hayır efendim, halk diyor, halk. Halkların Demokratik Partisi’ni kastetti”ciler birbirini yemekteler.
Dizi biteli bir yıl olacak ama hâlâ attığı her adım izlenmekte ve hâlâ o “gönüllerin komseri”. Bundan sonra oynayacağı karaktere kadar... Çünkü rolleri ona “yapışan” değil, “yakışan” oyunculardan.
Yıl 2009’du, Erdal Beşikçioğlu, Sabancı Üniversitesi’ne “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni oynamaya gelmişti ve kapıdaki görevli “Erdal Yazıcıoğlu’na mı geldiniz?” diye karşılamıştı beni. Önce “Köprü” dizisinde, sonra “Vali” filminde Recep Yazıcıoğlu’ndan esinlenen vali Faruk Yazıcı’yı canlandırıyordu çünkü ve herkes için “Sayın Valim”di. Hayatı boyunca mecburiyetleri sorgulamış, bürokrasiyle başı hoş olmamış bir adam için önce vali, sonra komiser olarak benimsenip sevilmek kaderin bir cilvesi gibi gözükebilir ama her iki karakterin de bu mevkilerin bildik temsilcilerinden olmamak gibi bir ortak özellikleri var. Tıpkı Erdal Beşikçioğlu’nun “rol modelim” dediği, mücadeleci kişiliğinin bedelini sürgünlerle ödeyen memur babası Bahattin Beşikçioğlu gibi...

Kolejde başladığı tiyatroyu meslek olarak düşünmedi
İnatçılığının köklerini “Ana Arnavut, baba Laz” şeklinde açıklayan Erdal Beşikçioğlu, 5 Ocak 1970’te Ankara’da dünyaya geldi. Vakıflar Bankası’nda çalışan babasının işi gereği ilkokulu Ankara, Kayseri ve İzmir’de tamamladı. Beş yaş küçük bir kız kardeşi vardı; Özge. Annesi Nesrin Hanım, “evin direği”ydi.
Konservatuvara kadar olan hayatında basketbol ve yüzme başrollerdeydi. İçine kapalı bir şahsiyetti, sürekli dolaştıkları için mahalle arkadaşı olmayan, yalnız bir çocuktu ve “Niye bunları öğrenmek zorundayız?” sorusuna cevap bulamadığından, derslerle başı pek hoş değildi. Liseyi altı senede bitirebildi. İzmir Türk Koleji’ndeyken tiyatroya başladı başlamasına ama bunu bir meslek gibi düşünmedi. Aslında hiçbir meslek düşünmedi. Etraftaki her kafadan çıkan seslerden aklında kalanlar şunlardı: Ne yapıp edip bir üniversite bitirmeliydi, bir; oyunculuk soytarılıktı, iki.
Ama liseyi altı senede bitiren delikanlı, üniversite sınavında da bir yere giremedi tabii. Üçüncü senenin sonunda, boş boş dolandığı Çeşme Ilıca plajının rüzgarı aklını başına getirmiş olacak ki “Ulan hiçbir şey yapamadık, konservatuvara mı gitsek?” deyiverdi. Önce Dokuz Eylül’ü denedi, kazanamadı, yılmadı, bir sene hazırlandı ve Hacettepe’ye girdi. Orada öğretilenleri bilmek zorunda olduğuna inanmış olacak ki dört senede de mezun oldu. Bir de hayatının kadını olduğundan şüphe etmediği Elvin Beşikçioğlu sınıf birincisiydi, onun gözüne girmesi lazımdı.

İzleyenin yolda şişlemek istediği tecavüzcü
Okulu bitirdiğinde de o yaşta bir gencin pek tercih etmeyeceği bir şeyi canı gönülden istedi: Diyarbakır’a gidip orada tiyatro yapmayı. Diyarbakır’a gittikten sonra Elvin Beşikçioğlu ile evlendi ve Işıl Kasapoğlu ile Shakespeare oyunları sahneledikleri, gerçekten ihtiyacı olanlara oyun yaptıkları beş senelik bir dönem geçirdiler. Onu şekillendiren bir dönem...
Tam da bu yüzden, ardından gelen askerlik dönemi daha da hazin oldu... Hakkari Yüksekova’da geçirilecek 16 ay çıkmıştı kısmetine. Balçiçek İlter’in programında “Senin hizmet ettiğin bölgeye savaş açtık biz, sen de savaşacaksın dediler” diye özetliyordu karşı karşıya kaldığı durumu. “Ben sanatçı adamım, savaş bilmem, Diyarbakır’da tiyatro yaptım” dedi ama aldığı cevap “Moral motivasyonu artırırsın” oldu, düzenlemek zorunda kaldığı aktivite ise bir “aç aç gecesi” oldu. Ve ağır geçen 16 ayın sonunda kapalı mekanlarda daralan, “gecenin sesini dinlemek için” dağlara çıkıp kamp yapan bir adam olarak döndü.

Roller ona yapışmıyor, yakışıyor

Gençliğinin Ankara’sı “popüler olana teslim olmuş, suskun bir kent”, o çok sevdiği oyunculuk da “mecbur olduğu” bir memuriyetti ve bu dört sene böyle devam etti. Onu yeniden hayata bağlayan, bugün 12’sinde olan kızı Derin oldu. “Son aşkı”, daimi prensesi Derin... 2004 yılında da Nihat Durak’ın çektiği “Kasırga İnsanları” ile ekrana adımını attı. Bunu birkaç dizi daha izledi ama asıl parlayışı, Serdar Akar’ın “Barda”sıyla oldu. Tabii buna parlamak denirse çünkü izleyenin yolda şişlemek istediği tecavüzcü “amcaoğlu” oynuyordu.

Sahnelerde görmediğimiz ne varsa yapıyordu
Ondan önce eski arkadaşı Murat Daltaban’ın kurduğu Dot’un ilk oyunlarından “Aşk ve Anlayış”la İstanbul seyircisinin karşısına çıktı. Ağızları açık bırakan bir oyunculuğu vardı, üstelik dokuz yıl önce sahnelerimizde görmeye alışık olmadığımız ne varsa yapıyor, oyunda çıplak geziyor, kusuyor, tükürüyordu.
Artık neyi sevip neyi sevmediğini biliyor, mecbur olmadığına inandığı şeyleri yapmamak için çatır çatır kavga etmeyi göze alıyordu. Üstelik bunu da Devlet Tiyatrosu çatısı altında yapıyordu, “Ya sev ya terk et” diyenlere inat... Türkiye’nin en ücra köşelerine tiyatro götürmenin başka yolu olmadığını biliyordu çünkü.
“Köprü” dizisiyle birlikte, popüler olanla her daim derdi olan Erdal Beşikçioğlu, yüzünü herkesin tanıdığı birine dönüştü. Ama o, “Popüler olan Vali Faruk Yazıcı, ben değilim” demekten hiç vazgeçmedi. Birkaç yıl sonra da aynı cümleyi Behzat için kuracaktı.
Sinemada, Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ında oynarken, ekran macerası Çeçen direnişçi Abdullah Şamil’i oynadığı “Ayrılık” dizisiyle devam etti. Onun üstüne de “ES-ES”teki idealist üniversite hocası Işık geldi. Onu bir aşk filminde görmeyeceğimiz belli olmuştu artık. Ama ufukta efsane bir rol ve dizi beklemekteydi: “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi”.

Erdal B. değil, Behzat Ç. bir fenomen oldu
Televizyon izleme alışkanlığı olmayanlardan fanatik bir kitle oluşturan, Hrant Dink davasından KCK’ya kadar gündemde el atılmadık konu bırakmayan bir dizi oldu “Behzat Ç.”. Beşikçioğlu da küfürüyle, pardon, onun tabiriyle “nida”sıyla, hayata tahammül edebilmek için içtiği birasıyla RTÜK’ü meşgul eden, savcı Esra’yla “nikahsız aşk”ı Meclis’e dert olan Behzat ile bir fenomene dönüştü...
Onun hoşuna gitsin diye düzeltelim: Erdal B. değil Behzat Ç. fenomen oldu. Ama Ekşi Sözlük yazarı “mahsunkul”dan alıntılamadan edemeyeceğim: Kendisi de “Umudun ekranlardaki yansıması” idi. Magazin sayfalarında değil, Gezi olaylarında boy gösteren, Ankara’da gençlerin söz sahibi olacağı bir tiyatro kuran, sanatçının siyasete dair fikirleri olması gerektiğini düşünen bir oyuncunun bu kadar popüler olabilmesi umut vericiydi, evet. En az, Devlet Tiyatrosu’nda bir oyunun sekiz senedir kapalı gişe oynaması, biletlerinin karaborsada
300 liralara kadar alıcı bulması, bir Gogol oyununu görebilmek için 36 saat kuyrukta beklenmesi kadar umut verici...

Haberin Devamı

Evinin direği Elvin Beşikçioğlu

Haberin Devamı

Erdal Beşikçioğlu 19 yaşından beri konservatuvardan sınıf arkadaşı Elvin Beşikçioğlu ile birlikte. 12 yaşındaki kızları Derin ve 1.5 yaşındaki oğulları Ömer ile sakin ve mutlu bir aile hayatları var. Gezi olaylarındaki varlığını “İki çocuklu bir aile reisi olarak oradaydım” diye açıklayan, karısının kendisinden daha iyi bir oyuncu ve fikirlerine en çok önem verdiği eleştirmen olduğunu söyleyen, kadınların ilgisine dair soruları “Ben evliyim” diye savuşturan bir adam Erdal Beşikçioğlu. Belki güçlü bir anneyle büyüdüğü için, onun “evinin direği” de karısı Elvin Beşikçioğlu. Birlikte Dib Sahne diye bir performans merkezi açtılar, bunu genç oyuncuların söz sahibi olduğu, onlara araştırma, eğitim ve staj imkanı da sağlamayı amaçlayan Stüdyo Cer izledi.

Haberin Devamı

Kim popüler, kim kalıcı?

Erdal Beşikçioğlu, bu hafta Cem Emüler’in sahneye koyduğu “Bir Delinin Hatıra Defteri”yle İstanbul izleyicisinin karşısındaydı. Salon her gece doldu taştı, izleyenler izleyemeyenlere anlattı, bilet bulamayanlar bir dahaki seferi beklemeye başladı bile... “Tiyatro öldü mü?” konusunun temcit pilavı gibi ısıtılıp durduğu ülkemizde oluyor bu... Sekiz senedir de devam ediyor. Popüler olan Behzat Ç. olabilir ya da Vali Yazıcı ama belli ki kalıcı olan oyuncunun ta kendisi...