Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şu ara özellikle İstanbul’da oturan arkadaşlarımdan en sık duyduğum soru; “Sizin tarafta da hava bu kadar kirli mi?” Kadıköy’deki Şişli’dekine, Taksim’deki Bakırköy’dekine sorup duruyor... Ve evet, her tarafta durum aynı. Nefes alınmıyor, genziniz yanıyor, boğazınız tıkanıyor sokağa çıkınca. Her zamanki gibi değil vaziyet ki, insanlar fark ediyor.

Nitekim geçen hafta Milliyet’te Mert İnan’ın haberi yayınlandı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde bulunan Hava Kalitesi İzleme’nin yaptığı ölçümler, İstanbul’daki ‘partikül madde 10’ (PM10) değerlerinin olması gerekeni fersah fersah aştığını gösteriyordu. Uzmanlar diyor ki, “Günlük ortalama 50 mikrogram / metreküp oranını aşmamalı”, Esenyurt’ta bu oran 284, Kadıköy’de 247, Yenibosna’da 201...

Haberin Devamı

Neden artıyor partikül kirliliği? En çok ‘büyüme göstergesi’ sandığımız inşaatlar yüzünden. Sonuçları arasında da akciğer kanserinden kalp damar hastalıklarına, felç riskine kadar türlü çeşit bela var.

Bu arada NASA da bir dünya hava kirliliği haritası yayınladı ve İstanbul’da azot dioksit oranının 10 yılda yüzde 50 arttığını bildirdi.

Üstelik buna bile gerek var mıydı, zaten kendimiz bizzat soluyup görüyoruz durumu. Zaten aksi halde inanmayız biliyorsunuz. Daha geçen gün bindiğim taksinin şoförü “Küresel ısınma, küresel ısınma deyip duruyorlar” diyordu; “İnanmıyorum ben hani nerede?” Ne olması gerekiyor acaba ikna olması için, denize mi girelim aralık ayında?

Neyse, hava kirliliğine inanmak için yeterli veriye sahibiz; göz gözü görmüyor. Peki tam bu noktada Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yapması gereken, alıngan bir tavır takınıp “Spekülatif haberlere itibar etmeyin” demek midir?

Sanki birileri özellikle “Havanız kirli” diyerek bizim moralimizi bozmaya çalışıyor. Açıklama çok eğlenceli: “Hava kalitesi verileri takip edildiğinde görülecektir ki özellikle kış aylarında bazı zamanlarda, bazı illerde sorunlar yaşanıyor olmasına rağmen hava kirliliği sorunu insan sağlığını tehdit edecek boyutta değildir.”

Tamam o zaman. Tehditler ciddi boyuta gelene kadar bekleyelim, insanlar patır patır ölürse nefes darlığından, o zaman itibar edebiliriz.

Haberin Devamı

Tacize bahane uydurmayalım

Bence taciz - tecavüz ve kadın cinayetleri konusunda bir dönemeçteyiz ve bu sırada sesini duyurma imkanına sahip herkesin mümkünse sorumlu davranması gerekiyor. Misal, Nihat Doğan’san, Özgecan Aslan katledildikten sonra attığın o berbat tweet’i aylar sonra bir de savunmaya kalkmamalısın.

Ne yazmıştı hatırlayalım: “Siz de mini eteği giyip soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksın.” Evet, ifade bulanık ama meali net. Nitekim kendisi de bugün “Yoruma açık değil, gayet net ifade etmişim” diyor ve tekrarlıyor: “Sokakta mini etek giyersen taciz ederler.”

Ama işte beğenmese de bas bas bağırmaya devam edeceğiz. İsteyen istediğini giyecek kardeşim, sokaktaki adamlar taciz etmemeyi, siz kenardan ahkam kesenler de tacize bahane bulmamayı öğreneceksiniz. ‘Anadolu çocukluğuna’ hele hiç sığınmayacaksınız.

“Nice din düşmanı sanatçıya tahammül etmişiz, bir ‘Anadolu çocuğu’na edemiyormuşuz”! Ne alakası var acaba? Sokakta kadınların orasına burasına, eteğine pantolonuna bakan, kendince ‘müsait’ bulduklarını rahatsız eden ya da kendi yapmasa da bunu haklı gören insan değil Anadolu çocuğu. Tacize kılıf uydurmayalım.