Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Altın Portakal’da geçen yıl herkesin dilinde “Zerre” diye bir film vardı.
31 yaşındaki bir yönetmenin ilk filmiydi, Tarlabaşı’nda yıkılmak üzere bir evde annesi ve engelli kızıyla yoksulluk içinde mücadele veren Zeynep’in hayatından bir kesit anlatıyordu ve izleyenin boğazına takılıp kalıyordu. Nitekim, “Zerre” Antalya’dan En İyi Yönetmen, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi İlk Film ve SİYAD ödülleriyle dönmüştü.
Filmin vizyon serüveni de tam bir ödüllü filme yaraşır kısalıkta ve sessizlikte oldu. Bugün yönetmeni Erdem Tepegöz’den öğreniyorum ki, seyirci sayısı 5000’de kalmış. Ama bizim buluşma sebebimiz başka. “Zerre”, geçen hafta Moskova Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Aziz George’un sahibi oldu. Ödülün önceki sahipleri arasında Fellini de var, Kieslowski de ama ilk filmini çeken kimse yok. Filmin oyuncusu Jale Arıkan da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. Gerisini Erdem Tepegöz’den dinledik, iktisat okurken sinemaya gönül veren bir memur çocuğunun önce kendi ailesinde başlayan değişme ve değiştirme öyküsü çıktı ortaya.

Haberin Devamı

“Tek filmlik yönetmen çok, onlardan olmak istemiyorum”

Fotoğraf: HÜSEYİN ÖZDEMİR


Bu festivale ne zaman başvurdunuz?

Bir üç ay önce başvurduk, ön elemeden geçip ilk 10’a kaldık. Bu yıl 1500 başvuru vardı. Ciddi bir katılım oluyor çünkü A kategori bir festival, tarihi 1930’lara dayanıyor, ara verildiği için şu an 35’incisi yapılıyor.

Başka favoriler de varmış, sürpriz oldu mu “Zerre”nin ödül alması?

Tabii, çok önemli filmlerin ve yönetmenlerin yarıştığı bir seçkiydi, herkesin yedinci, sekizinci filmi, benim ilk filmim. Daha sonra jüri üyeleriyle konuştum, “Hiçbir tartışma olmadan, herkesin ortak favorisiydi” dediler. Benim için sürpriz bir karar tabii.

Açıklandığında ne hissettiniz?

O an hep şu his geliyor, “Galiba bir sonraki filmi daha rahat yapabileceğim”. İkinci filmi garanti edebiliyor olmak bence bir yönetmen için en büyük ödül.

“İktisadı sevmiyordum, sinema kaçış oldu”

Sinema serüveni nasıl başladı?

Bir memur ailesinin çocuğuyum, annem öğretmen, babam asker. Açıkçası öyle büyük bir idealim yoktu. 9 Eylül Üniversitesi’nde iktisat okurken radyoculuk yaptım ben, asıl uyanışım
o zaman oldu. İktisatta sevmeyerek okuyordum, bir kaçış oldu sinema. Bir kitabım vardı sahaftan aldığım, “Sinema Seyircisinin El Kitabı” diye, hep yanımda dolaştırırdım. Şunu düşündüm: Bu kadar bir alana sevgiyle bağlıysam, o alanda bir şey yapabilir miyim? Tabii “Çok zor, İstanbul’a gitmen lazım, orada bile herkes işsiz”, hemen olumsuz duvarlarla çevriliyorsunuz ve artık amacınız bu işi yapmak değil, insanları ikna etmek oluyor. Benim kırılma noktam ilk kısa filmimin Altın Portakal’a seçilmesi oldu.

Haberin Devamı

Sonra Prag’a gitmişsiniz...

Prag'da uluslararası birçok yönetmen adayının katıldığı bir programa katıldım. Döndükten sonra İstanbul’a yerleştim, artık İzmir'de yapabileceğim bir şey yoktu. Reklam sektöründe çalıştım, Ali Özgentürk’ün yönetmen yardımcılığını yaptım. Daha sonra yapımcımla tanıştım Kaan Daldal’la ve Kule Film olarak televizyon programları, belgeseller çektik. Şimdi Suriye üzerine bir şeyler çekiyoruz. Belgesel geçmişimin getirdiği gerçekçi hissiyat filme birazcık bulaştı.

Haberin Devamı

“Zerre”deki Zeynep karakterini bir çalışma sırasında tanımışsınız...

Tarlabaşı’nda mekan araştırıyorduk, emlakçı anahtar almak için bir kapıyı çaldı. Bu kadın kapıyı açtı, o aralıktan engelli kızı ve annesiyle bir 10 dakika hayatına şahit olabildim. O bende öyle bir kaldı ki, buna taş çıkartacak bir öykü yazmaktansa bunu tercih ettim, sanki oradaki o karakter bana “Beni anlat” dedi. Ama benim gördüğüm Zeynep, filmdekinden çok daha yılmıştı.
O dokunsan yıkılacak hali beni
çok etkiledi, onun kaderini sanki değiştirebilirmişim gibi filmde onu tam tersi güçlü, dayanıklı olarak çizmek istedim. Çünkü ben sinemanın, sanatın, hayallerin gerçekliği değiştirebileceğine inanıyorum. Bu belki züğürt tesellisi ama bunun başka yolu bence yok.

İlk filmlerde insanların kendi hayatlarını anlatmayı tercih ettiklerine inanılır. Sizinki çok uzak bir şey...

Evet, bir 10 dakika gördüm sadece, nereden geliyor, ne yapacak, hedefi ne, hayali var mı, o çocuk nasıl oldu, babası var mı, bunların hepsi meçhul. Filmde de bu soruların cevabının meçhul olması bu yüzden. Ben gördüğüm gerçek hayat kesitini filmde de kurgulamak istedim. Hani bazen bazı hayatlara teğet geçeriz ya ama onları geçtikten sonra birçok soru kalır aklımızda...

O yüzden mi filmin bir sonu yok?

Elbette, istesem tabii ki olurdu ama emin olun o zaman ‘hâlâ bu kadın bir yerde yaşıyor’ hissi olmazdı. Defteri kapatmış, normal hayatımıza devam ediyor olurduk. Ben insanların böyle bir hayatı gördükten sonra bir dakika bile olsa onların yaşadıklarını hissetmeye çalışmalarını tercih ettim.

Bir İzmirli olarak “Bir Ege öyküsü anlatayım” demediniz mi?

Bir öyküm var aslında, Ege’de bir yol öyküsü, ama “Zerre”nin çok sosyal gerçekçi bir duruşu var, buradan çıkıp birden Ege’de mutluluk veren bir yol öyküsü anlatmak önceliğim değilmiş gibi geliyor. Bu şu an için bir şımarıklık olur, biraz daha derdimi anlatmak istiyorum. Ondan sonra kendim için bir film yapma hakkım olabilir belki.

“Behzat Ç.’yi alıp başka bir karaktere sokmak zor”

Sıradaki derdiniz ne diye sorsam...

Biraz insan ruhunun içine inmek istiyorum. Gene bir hayat kesiti olacak. “Zerre” bir kadın filmiydi, bu bir erkek karakterin değişimi, bir insanın nasıl bu kadar kötü olabileceği üzerine.

Jale Arıkan’ı nasıl buldunuz?

Türkiye’de sinema ve televizyon ayrımı yok maalesef, herkes televizyonda ve herkes çok tanınmış. Biz iyi oyuncu ama yüzü çok bilinmedik kim olabilir diye düşünüyorduk, Jale Hanım’ı önerdi birisi ve gördüğümüz anda, suratındaki o ifade, o duruşu, çok etkilendik. Bence “Zerre” Jale Hanım’sız olmazdı. Başka bir film olurdu.

Bundan sonra da az tanınan yüzlerle çalışmak gibi bir derdiniz olacak mı?

Öyle bir düşüncem var ama bulmak o kadar zor ki. Şu an atıyorum Behzat Ç.’yi alıp bir filme koyduğunuz zaman, çok iyi bir oyuncu Erdal Beşikçioğlu ama yüzü o kadar o karakterle özdeşleşmiş ki, başka bir karaktere sokmanız kolay değil sinemada. Ben önceki filmde çoğu oyuncuyu audition’a çağıramadım, “Youtube’dan izle videolarımı” diyor. Yurt dışında en büyük isimler audition’sız bir işe çıkmazlar. Bu bile beni oyuncular konusunda korkutuyor, yeni bir keşif yapmak lazım.

Tuncel Kurtiz çok hoş bir şey söylemiş filmle ilgili...

Evet, Ankara’da Gezici Festival’de film bittikten sonra söz aldı ve “Keşke” dedi “Yılmaz Güney bu filmi izleseydi, çok severdi” dedi. Gözleri dolmuştu, bunu ondan duymak büyük bir şey.

Yılmaz Güney sizi etkilemiş midir?

E tabii, çok büyük sinemacı. “Duvar”, “Yol”, bunlar başyapıt ve gerçekçi hissiyat onlardan bulaşmıştır bana biraz. Keşke ona yakın filmler yapabilsem. Tabii o başka bir yetenek, onun yaşadığı hayat başka bir hayat.

Filmin aldığı başka çok özel reaksiyonlar var mı?

Moskova’da bir Rus sinema yazarı geldi ve “Senin bu aldığın ödülü Fellini de almıştı, Kieslowski de almıştı, sen en genç alansın, farkında mısın?” dedi, ben ezildim tabii. Bu cümleler beni mutlu ediyor ama korkutuyor da. Tek filmlik yönetmenler çok, onlardan biri olmak istemiyorum, daha çok öyküm var.

“Tek filmlik yönetmen çok, onlardan olmak istemiyorum”

Erdem Tepegöz ve oyuncusu Jale Arıkan Moskova’dan ödülle döndüler.

“Bir sürü göz beni izliyor gibi hissediyorum”

İlk filminizle önemli ödüller ve övgüler aldınız. Bu nasıl bir duygu yaratıyor?

Korkutuyor beni açıkçası çünkü “İlk filmler asıl ilk filmleri çekmek için yapılır” derler ya... Tamam, önemli bir kırılma ama beklentilerin bu kadar yüksek olmasını hak ediyor muyum bilmiyorum. Ben “Zerre”yi tasarlarken kimse beni izlemiyordu. Ama şimdi bir sürü göz bana bakıyormuş gibi hissediyorum, bu otomatikman sizin kaleminizi, kameranızı etkiliyor olacak. Sinema yazarları çok şey yazdı olumlu, eksik olan yönlerini de yazdılar ve bunları çok ciddi analiz ettim, nerede ne hata yaptım diye, o yüzden yeni filme bu anlamda daha güçlü çıkacağım. Ama bu beklenti de bir baskı oluşturuyor, o kesin.

“Vizyonda sahiden çok sahipsiz kaldık”

Murat Tolga Şen, “Yılmaz Güney “Zerre”yi izlese bu kadar sahipsiz bırakmazdı” diye yazmış. Sahipsiz mi kaldınız sizce?

Sağolsun genç sinemacıları çok destekleyen bir yazar ve buna sahiden ihtiyacımız var, vizyonda biz 5000 yaptık. Bu anlamda sahiden sahipsiz kaldık, sırf Moskova’da neredeyse 3000 kişi izlemiştir filmi.

“Seçkin” sanat çevrelerinin filmi görmezden geldiğinden, bir “kulüp dışı” kalma durumundan söz ediliyor yazıda...

Açıkçası ben gelen tepkilerden mutluyum, bir itilmişlik hissetmedim. Zaten yeterince bölük pörçüğüz, bir de kendi aramızda bölünürsek bu intihar olur. Tam tersi, birleşmemiz gerek. Ve yeni bir düzen gerek, yoksa biz böyle zar zor filmler yapan, fon bekleyen bir tayfa olacağız.

“Tek filmlik yönetmen çok, onlardan olmak istemiyorum”

“Zerre”de Tarlabaşı’nda annesi ve kızıyla yaşam mücadelesi veren Zeynep’i Jale Arıkan oynuyor.

“Babamı değiştiren sinema her şeyi değiştirebilir”

Aileniz başta herhalde karşı çıktı, çocuğumuz bir bilinmeze gidiyor diye...

Haklılar, bizim ailede sanatla uğraşan yok ve birisi çıkıp diyor ki “Ben yönetmen olmak istiyorum”. Ama şu an hepsi çok destekliyor. Uzaklarda aramaya gerek yok, babamı değiştirebiliyorsa sinemanın gücü, bence her şeyi değiştirebilir. Benim babam kısa filmlerime filan bir sürü şey söylemiştir, “Bu ne saçmalık, bunları niye çekiyorsun, hani patlayan bir şey yok” diye. Sürekli ben ona kendi sevdiğim tarz filmleri izlettirirdim, o çok aksiyon meraklısıydı ve o kırıldı.

Yıldığınız oldu mu hiç?

Tabii canım, çok ağır işsiz kaldığım dönemlerde İstanbul’da, hiç kimseyi tanımıyorum, kiramı ödeyemiyorum... Açlık sınırında kalıyorsunuz ve hâlâ sinema yapacağım demek zor oluyor. Sürekli birileri arar aileden, “Bir banka sınavı var” diye. Vazgeçeyim, bir kitapçıya, bir kafeye gireyim diye çok direkten döndüğüm oldu.