Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Uçsuz bucaksız sarı, haki tepeler...
“Abla kremin var mı?” diye soran güneş yanığı, koca gözlü çocuklar...
İnsanı mahcup eden, sınırsız bir misafirperverlik...
Geceleri uzansanız yakalayabilecekmişsiniz kadar yakın yıldızlı bir gökyüzü...
Akdamar Adası’nın kuş türleri, kilisesi ve tarihi güzelliğiyle ışıl ışıl bir göl, Van Gölü...
Bir yaz düğününde dipdibe yere oturmuş, evin terasını beyaz tülbentleriyle pamuk tarlasına çeviren konuşan, gülüşen genç, yaşlı kadınlar...
Ben Kürtçe bilmediğim, onlar Türkçe bilmediği için konuşamadığım ama işaretlerle, bakışlarla anlaştığım, seni bağrına basmaya hazır kadınlar...
Bir kere dokunursanız birilerine, o artık daha tanıdık oluyor sizin için. Acısı da, sıkıntısı da daha gerçek...
Televizyon ekranlarının, kare kare fotoğrafların anlatamadığı kadar gerçek.
Bizim hikayelerimiz
Kaç film kaç romanlık duygu, hikaye çıkar bu acı felaketten? Arka fonda büyük yıkıntılar, enkazların altından hayatın tüm tazeliğiyle yeniden başlayabileceğini gördük, içimiz titredi.
Azra Bebek’in o fotoğrafı, hafızamızdan silinmeyecek.
Kurtarılışının ardından hayata tutunamayan 13 yaşındaki Yunus’un göçükte çekilen fotoğrafı mesela. Hani gözlerini açmış, şaşkın, dehşetli, soran bakışlarla boncuk boncuk bize baktığı fotoğraf... Yunus’un hayatı boyunca ilk çektirdiği fotoğrafmış...
Enkazın altındayken “Mirim mirim” diye bağıran Yunus’un sözlerini spiker, “Kendinde olmadığı için anlaşılmaz sözler söylüyor” diye yorumlamış. Oysa Yunus, Kürtçe “Öldüm öldüm” diyormuş.
Ya da duvarı yıkılan Van Cezaevi’nden kaçan bazı mahkumların, yakınlarını görüp geri gelmesinden, tekrar teslim olmalarından söz etsek?
Tuhaf değil mi? Sonra, artçı depremde korkan ama cezaevinden salınmayan mahkumlar... Deprem anında hapiste olmak...
Depremde hayatını kaybeden Muğlalı genç öğretmen Ahmet Erdem’in hikayesi var bir de.
Bilgisayar öğretmeni Erdem, 2009 yılında eşinin görev yaptığı Erciş’e gittiğinde, okullardaki sıkıntılı koşulları görüyor ve döndüğünde Muğla’da kendi görev yaptığı okulda bir yardım kampanyası düzenliyor. Arkadaşlarının çektiği kamera görüntülerinde, “Van’da buradaki okullara göre şartlar çok daha kötü. Eğitim öğretim çok zor şartlar altında gerçekleşiyor. Kendi okulumuzu görünce cennette yaşadığımızı fark ettim” diyor. Eşiyle beraber olmak için Van Erciş’e tayinini isteyen Ahmet Öğretmen’i de depremde kaybettik.
Deprem bölgesine yardım olarak gönderdiği montunun cebine, telefon numarası ve ‘Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın’ yazılı bir not bırakan gencin aldığı yanıtı da hiçbirimiz unutmayacağız sanırım.
“Abi montun üzerimde. Bir gün sen düşersen, ben de seni kaldıracağım”
Kaç film kaç romanlık duygu, hikaye çıkar bu acı felaketten!
Bizi bize anlatacak, yüreğe değen daha kaç hikaye anlatılır efsane gibi?
* * *
Şimdi unutmama zamanı. Ödenen acı bedellere rağmen aynı hataları yeniden yapmama zamanı. Ruhumuzu ve canları artık üç kuruş fazlaya satmama zamanı.
Bu yazıda, enkaz altından çıkan insan hikayelerini, bizim hikayelerimizi yeniden anlattık. Ama bu sefer asıl, enkaz altından çıkan “dersleri” dinlemeye ihtiyacımız var.
İzmit’ten, Van’dan sonra bir kere bir kere daha yıkılmayalım diye...