Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hatırlarsanız Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin hemen ardından Türkiye’nin birçok şehrinde bina dayanıklılık testi taleplerinde rekorlar kırıldı. Öyle ki İstanbul’da depreme dayanıklılık tarama testlerinde sadece bir günde 122 bin başvuru yapılırken, bugün bu başvurular neredeyse sıfıra düştü. Milliyet’te yer alan bir habere göre, nisan itibarıyla bu sayı hayli geriledi. Depremden hemen sonra İstanbul’da dayanıklılık testine şubatta 122 bin 58, martta 28 bin 430, nisanda 2 bin 547, mayısta bin 333 başvuru yapıldı. Haziran ve temmuzda ise bu başvurular üç haneli rakamlara düştü. Dolayısıyla başvuru sayısında çok ciddi bir azalma var.

Haberin Devamı

***

Yani şunu demek istiyorum: Bir felaketi defalarca yaşayıp da hep aynı hataları tekrarlayarak farklı bir sonuç bekleyemezsiniz. Çünkü 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde iki depremin; Kahramanmaraş, Osmaniye, Gaziantep, Hatay, Malatya, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adıyaman, Kilis, Adana’yı nasıl vurduğunu, bazı ilçelerin neredeyse haritadan silindiğini yine unuttuk. Binlerce insanın hayatını kaybettiğini, yaralandığını, sakat kaldığını, binlerce binanın yıkıldığını, dondurucu soğuklarda insanların sokaklarda, enkazların başında nöbet tutup nasıl yardım beklediklerini de…

***

Sadece bu hafta içinde Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Libya, Cezayir ve Tunus, son dönemde meydana gelen deprem, sel ve yangınlarda ağır kayıplar verdi. Birleşmiş Milletler’in (BM) raporlarında var. Bundan sonraki göçlerin kaynağı artık iklim krizleri olacak. Son yirmi yılda dünyanın hemen her yerinde 4.2 milyar kişiyi etkileyen 7 bin 348 büyük doğal felaket yaşandı, hâlâ da yaşanıyor. Bu doğa felaketleri bir milyonun üzerinde insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. En fazla can kaybına da deprem ve tsunamiler yol açtı. Ve bir öngörüde bulunuyorlar: Küresel felaketler daha sert ve daha hızlı geliyor. Ama yaratacağı riski en aza indirebiliriz. Çünkü dünya bugün felaketlerle kuşatılmışsa suçlu olan biziz!

3 ayda unuttuk

***

İçinde yer aldığımız coğrafyanın bize sunduğu gerçek bu. Biz de Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 60’ını etkileyecek bir deprem kuşağında yaşıyoruz. Dolayısıyla tarihsel süreç yaşadığımız deprem travmalarıyla dolu. Erzincan, Van, Varto, Gölcük, Düzce, İzmir, Elazığ, Muradiye, Kahramanmaraş, Hatay… Liste böyle uzar gider. Bu depremlerde yaklaşık 100 bin insanımızı kaybettik. Binlerce insan sakat kaldı, yerinden yurdundan oldu. Dolayısıyla bu coğrafyada yaşıyorsanız depremden kaçamayız, onun gelişini önleyemeyiz. Ama yaratacağı zararı en aza indirebiliriz. Fakat depremi bir türlü yaşam kültürümüzün bir parçası olarak kabullenip önlem almamakta direniyoruz. Neden?

Haberin Devamı

***

30-40 yıl önce depreme dair toplumsal bilinçlilik, deprem stratejisi, eylem planları, binalar, yapı malzemesi, bilgi, koordinasyon, ölçüm bugünkü düzeyde değildi. Hızlı müdahale ve erken uyarı sistemimizin altyapısını oluşturamamıştık. Ama neredeyse yarım asır geçti. Dün yaşadıklarımızı acılarımızı bugün de aynı şiddetle yaşıyor, aynı tepkileri veriyoruz. Hep aynı zaman tünelinin içinde sıkışık kalmış gibi aynı sorunlarla boğuşup duruyoruz. Oysa her depremde sorunu ciddiye alıyor, sözler veriyor, bütçeler ayırıyoruz. Alınacak önlemleri madde madde sıralıyoruz ama değişen bir şey olmuyor. Her şey bir süre sonra kâğıt üzerinde kalıyor. Neden?

Haberin Devamı

 

***

Eğer depremin yaratacağı felaketin büyüklüğünü değiştiremiyorsak, bunun sorumlusu artık hepimiziz demektir. Yerel yönetimler, siyasiler, iş dünyası, basın, kamuoyu, bilim çevreleri… Bunca yaşadıklarımıza rağmen depreme kayıtsız kaldığımız için sorumluyuz. İnsana değil ranta yönelik tercihler yaptığımız için sorumluyuz. Ortak bilinçle hareket edemediğimiz için sorumluyuz. Kamuoyunda endişe yaratmamak için görmezden geldiğimiz için, çıkan yönetmeliklere, kentsel dönüşüm yasalarına uymadığımız, depreme dayanıksız binalarda oturmakta ısrar ettiğimiz için de sorumluyuz... Daha pek çok şey için…

***

Oysa eskiye nazaran daha iyi imkânlara sahibiz, depremle ilgili yasalar, yönetmelikler çıkarıyoruz, raporlar hazırlıyoruz, çözüm önerileri üretiyoruz; paneller, kongreler düzenliyoruz, bilgilendirme amaçlı tatbikatlar yapıyoruz. Kamuoyu bilgilendiriliyor, yerel yönetimler uyarılıyor; ama ders almıyoruz. Sonucu değiştiremiyoruz. Sonuç hep aynı! Yoksa Orta Doğu insanını tanımlayan Amin Maalouf’un dediği gibi miyiz hepimiz: “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen!”