Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Deniz ve güneş tatili zamanı, İsviçre’nin Luzern şehrindeyim. Bol oksijenli dağ, orman ve göl havası, kartpostal kıvamındaki manzarası ve yabancı yatırımlı olağanüstü oteller buraya yazın da gelmek için yeterli.

Yaz günü Luzern’de ne işim var

Herkes Bodrum, Çeşme ve Yunan adalarına akın ederken ben kendimi İsviçre’de Luzern’de buluyorum.

Luzern, Zürih’e bir saat uzaklıkta, Montreux Caz Festivali gibi Luzern’de de bir klasik müzik festivali var, tabii Montreux’den daha küçük çaplı. Operaları ve özellikle dört bölümden oluşan “The Rings of Nibelungun” ile tanıdığımız Richard Wagner’in hayatını ve müziğini anlatan bir müze de var burada, Wagner uzun yıllar Luzern’de yaşadığı için.

Haberin Devamı

Filmlerden fırlamış gibi duran bir şato

Luzern, küçük bir şehir olmasına rağmen, son derece canlı, insanlar cıvıl cıvıl, sokakta birçok ülkenin yemeklerinin sunulduğu tezgahlar var. Orta Çağ dönemine ait Şapel Köprüsü (Kapellbrücke), Luzern’in en çok fotoğraflanan, simge yapısı.

Bir 14. yüzyıl yapısı olan köprü 1993’te çıkan yangında kül olana kadar Avrupa’nın en eski köprüsüydü. Köprünün tekrar inşası için ise hiç vakit kaybedilmedi ve muhteşem bir kopyası yapıldı. Tarihe böyle sahip çıkılıyor işte burada.

Şehrin merkezinde, Walt Disney çizgi filmlerinden fırlamış gibi duran minik bir şato dikkat çekiyor: Chateau Gütsch. 1800’lerde yapılmış, 1884’te ise füniküler sistemle şehir merkezinden şatoya ulaşım daha da kolaylaştırılmış. Önce ev olarak kullanılmış, şimdiyse otel olarak hizmet veriyor. Evening Standard gazetesinin sahibi Alexander Lebedev’in oteli. Yanında bir de çağdaş sanat parkı yapıyor Lebedev. Bu parkı görmek için de, nefis Luzern manzarasını izlemek için de buraya gelen çok.Zaten otel sürekli dolu. Etraftaki diğer güzel otellere baktığımızda sahiplerinin Çinliler, Katarlılar, Ruslar olduğunu görüyoruz çoğunlukla.

Bir de İstanbullu olduğum için Türkiyeli bir yatırımcının burada otel aldığını anlatıyorlar, belli ki Luzern’de herkes otelin nasıl yenileneceğini merak ediyor.Sadece 80 bin kişinin yaşadığı Luzern kadar küçük bir şehirde dedikodular hızla yayılıyor tabii.

Haberin Devamı

Manzara ve mimari muhteşem

Dünyanın en büyüklerinin bu küçük şehirde yatırım yapması ilginç. Luzern’in merkezinden bizim yeni vapurlara benzeyen teknelere biniyorsunuz ve 2007’den beri Katarlıların sahibi olduğu Bürgenstock’a gidiyorsunuz.

Burası, iki İsviçreli inşaatçı tarafından 1873’te yapılmış, uzun bir fünikülerle dağın tepesine çıkıyorsunuz ve kendinizi uzay üssü gibi bir yerde buluyorsunuz.

Audrey Hepburn’den Sophia Loren’e birçok yıldızı ağırlamış zamanında, hatta Audrey Hepburn buradaki şapelde evlenmiş. 1950’lerde müthiş şaşaalı bir hayat yaşanmış burada.

Şimdi bakınca bir kısmı müthiş retro, bir kısmı ise uzay çağı gibi. Şahane manzaralı, yere kadar cam, müthiş mimarisi olan kapalı tenis kortlarını beğeniyorum en çok.

Dünyanın en yüksek açık hava asansörü

Kışın ise tenis kortunu buz pateni pistine çeviriyorlar. Burada restoranlardan kapalı tenis kortuna her yer yere kadar cam ve sonsuz manzaralı. Yeni yapılan oteller de buna uymuş. Müthiş bir SPA var, ama benim asıl ilgimi çeken dağda trekking oluyor. Tabii ucunda bir havuç olduğu için. Trekkingin sonucu, dünyanın en yüksek açık hava asansörüne ulaşıyorsunuz.

Haberin Devamı

Asansör zaten 1500 metre yükseklikte, dağın yamacında bir 1500 metre daha bu cam asansörle çıkıp iniyorsunuz.

Teleferik ya da füniküler gibi değil. Lunaparklardaki gibi, ‘serbest düşüş’ hissi veriyor bu 3 bin metreye çıkan asansör.

Dağın o kadar tepesindesiniz ki, fotoğraf ya da video çekmeye kalktığınızda başarılı olamıyorsunuz, ne kadar yüksekte olduğunuzu kadraja sığdırmak mümkün olmuyor.

Luzern’e kadar gidip de trenle 45 dakika uzaklıktaki Pilatus Dağı’nı görmemek olmaz tabii. Pilatus’un en büyük özelliği de tepe noktasına, dünyanın en dik, tam 48 derecelik tren sistemiyle tırmanılması. Aynı asansörde olduğu gibi başta ürkütüyor ama 2 bin metreye çıktığınızda, manzaranın güzelliği korkunuzu unutturuyor. Zaten Luzern’in özelliği bu, o kadar huzur veriyor ki geriye korku falan kalmıyor.