Yazarlar Cumhurbaşkanı'na dikkat!

Cumhurbaşkanı'na dikkat!

30.11.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

Zülfü Livaneli

Cumhurbaşkanına dikkat

TÜRKİYE'nin bütün kurumları hızla kirleniyor.
Halkın artık siyasete, partilere, Meclis'e, polise güven duymadığı açık.
Herkes derin bir şaşkınlık ve tedirginlik içinde bu işlerin nasıl sonuçlanacağını merak ediyor.
Bu korku, umutsuzluk ve kaygı ortamında halkın ötekilere oranlara daha fazla güvendiği birkaç kurum ise ordu, Anayasa Mahkemesi ve Cumhurbaşkanlığı!
Cumhurbaşkanı, özellikle taraf olmaktan kaçınıyor.
Kendisinin ve temsil ettiği makamın bu kirli işlerle ilişkisinin olmadığını vurgulamak için "güvenilebilecek son merci" tavrını takınıyor.
Cumhurbaşkanı çok mecbur kalmazsa bu konularda konuşmuyor. Kendisine verilen belgeleri hükümete havale ediyor ve bu arada "milletin daha temel sorunları"yla uğraşıyor.
Müthiş bir performansla, Türkiye'yi dolaşıyor; okul ve hastane açıyor.
Bir günde 14 açılışa imza atıyor.
Sonuçta halkın, basının ve aydının gözünde yepyeni bir imaj oluşturuyor.
Siyasetin tükendiği, halkın güvenilecek bir makam aradığı ve neredeyse darbe ortamına sürüklenen bir Türkiye'de "temiz kalmış, güvenilir, kurtarıcı baba" rolünü üstleniyor.
Böylece Demirel bir anlamda De Gaulle gibi "milletin kurtarıcı babası" kimliğine bürünüyor.

Cumhurbaşkanı Demirel'in bu işi bilinçle yaptığından eminim.
Çünkü bütün kurumların yıprandığı bir siyasi tıkanma ortamında, ordunun darbe yapmasındansa, ordu destekli bir başkanlık rejimi herkese tek kurtuluş çaresi olarak görünecek.
Türkiye hızla bu noktaya kayıyor.
Böyle bir çözüm birçok kesimin işine gelecek. Halkta beliren bu eğilimi basın da desekleyecek.
Başkanlık sistemini, askeri darbeye tercih eden aydın kesimler bile Demirel'in kurtarıcılığına prim verebilir.

Böyle bir çözüm Türkiye'de etkisini artırmakta olan ve geniş kitleleri kaygılandıran anti - laik gelişmeyi engelleyen bir formül olarak da kabul görecek.
Çünkü Türkiye'de Refah Partisi'nin yüzde 20'ler dolayında oy aldığı halde, karşısındaki liderlerin birbirleriyle anlaşamamaları yüzünden iktidar fırsatı bulduğunu herkes biliyor.
Liderleri birleştirmek ve laik, Atatürkçü, cumhuriyetçi cepheler oluşturmak taktiği de yürümedi.
Çünkü liderler birbirlerinden ölesiye nefret ediyorlar.
Bu durumda icra yetkisinin ordu destekli bir Cumhurbaşkanı'nın elinde toplanması, Meclis'in ise sadece denetim görevi yaparak para ve nüfuz ilişkilerinin dışında kalması, laik Cumhuriyet'i korumanın tek çaresi olarak algılanacak.

Kolayca tahmin edilebileceği gibi böyle bir çözüm siyasi ilerlerin ve Meclis'in işine gelmeyecek.
Başkanlık sistemine geçilmesini sağlayacak Anayasa değişikliğinin de Meclis'ten çıkması gerektiğine göre, bu iş nasıl olacak diye sorulabilir.
İşte bugünkü manzarının nedeni de bu!
Siyasetçilerin bütün suçları ortaya dökülüyor. Siyasetçi - mafya - polis üçgeni üzerine binlerce saat tutan yayınlar yapılıyor.
Her haber programında, halkın güvendiği dağlara biraz daha kar yağıyor.
Eğer bu kaygılı ortam toplu bir konsensüse ve yakıcı bir isteğe dönüşürse, Meclis, halktan ve basından yükselen böyle güçlü bir talebin önünde dayanamaz.

DEMİREL AÇISINDAN

Birde işin Demirel cephesi var:
Turgut Özal örneğinden de hatırladığımız gibi yıllarca icranın başında bulunmuş insanlar, Cumhurbaşkanlığı'ndaki sorumsuz ve yetkisiz konuma kolay kolay katlanamıyorlar.
İşi havale ettikleri "çömezlerinin" uygulamalarını beğenmiyorlar.
Turgut Özal bu yüzden başkanlık sistemine heveslenmiş, hesap tutmayınca da Cumhurbaşkanlığı makamını bırakıp parti kurmaya düşünmüştü.
Özal'ın birçok çevreyi karşısına alarak yaptığı başkanlık girişimini, ondan daha kurnaz bir politikacı olan Demirel, ustalıkla yürütüyor.
Kendisi konuşmuyor ve meselenin olgunlaşmasını bekliyor.
Çünkü Türkiye'nin 30 yılına damasını vurmuştur.
İslamköy'deki külliyede sonsuz istirahate çekilmeden önce böyle büyük bir görev yapmak ve tarihteki "baba" rolünü iyice perçinlemek istiyor.
Ve her şey onun istediği gibi gelişmekte.

Not: Bu yazıya mim koyun!