28 Mart 2004 tarihinde bir yazı yazmıştım. Başlığını da “Hayat, hep 1-0 önde olma sanatı mıdır?” diye atmıştım.
Bugün bu yazıyı tekrarlama ihtiyacı duydum.
Neden mi?
Bir okurumun şu notu üzerine...
“Değerli Deniz Sipahi... Sizin bir yazınızda okuduğum ‘Hayat matematik değildir?’ sözünü o günden beri aklımdan hiç çıkarmadım. Bu sözün bendeki etkisi gerçekten çok fazla oldu. Sıkıntılı olduğum günlerde okuduğum bu cümle ve kendi kendime kaldığım birkaç gün şu yargıya vardım. Ben son yıllarda hep bir hesaplaşma içine girmiştim. Önceden planladığım olayların gerçekleşmemesi halinde telafisi zor hayal kırıklıkları yaşıyordum. Bana haksızlık yaptığına inandığım herkese haddini bildirme ihtiyacı içindeydim. Bu yanlıştı... Söylediğiniz gibi ‘hayat matematik değildi’, bunu anladım. ‘Hayat hep 1-0 önde olma sanatı mıdır?’ diye bir uyarı da bulunmuştunuz ya... Bu konuda da haklıymışsınız. Sizin iki, üç yazınızı her gün görebileceğim bir yere astım. Ama sizden ricam bir kere daha yayınlamanız...”
İşte o yazım...
* * *
Birkaç ay önce bir yazı yazmış ve başlığını da “Hayat matematik değildir?” diye atmıştım. Gerçekten de yaşam önceden kurguladığımız bir senaryoya asla uymuyor.
Zaman içinde öyle tadilatlar yapmak zorunda kalıyorsunuz ki...
O yazımda çekmecemden çıkan bir fotoğraftan bahsetmiş ve ortak anılar sayesinde bulunan kişilerin öyküsünden bahsetmiştim.
Ve şöyle demiştim.
“Fotoğrafa bakıyorum da... ‘Mühendis olacağım’ diyen; bir restoran işletiyor. ‘Asla evlenmem’ diyen; üç çocukla içimizde en fazla çocuk sahibi olan kişi... ‘Ben onunla hayat boyu beraber olacağım’ diyen; üçüncü evliliğini yapmaya hazırlanıyor. ‘İzmir’den başka bir yerde yaşayamam’ diyen; neredeyse her iki yılda bir kent değiştiriyor. Hepimiz için hayat daha ne sürprizler hazırlıyor bilemiyorum. Yıllar geçtikçe hayatın matematik olmadığını daha iyi anlıyorum.”
Önceden kurgulanmış bir senaryo belki daha az streslidir ama ya sürprizler...
Hayatımızdaki sürprizler olmasa daha fazla mı mutlu oluruz?
Bir soru daha...
“Hayat hep 1-0 önde olma sanatı mıdır?”
Ya da bir başka deyişle...
“Hayat hep bir hesaplaşma üzerine mi kurulur. Karşı taraftan gol yememe ve atma üzerine programlanmış bir düzen midir?”
Belki yaşam bundan 30 yıl öncesinden çok daha hızlı, acımasız... Kabul ediyorum.
Ama bu hız ve rekabet ortamı artarak devam edeceğine göre hepimiz için bir özeleştiri vakti gelmedi mi? Çoğu “rekabet”i karşı tarafı yok etme olarak görüyor.
Oysa “ortaklaşa rekabet” diye bir kavramın olduğunu çoğumuz çok sonradan aklımıza getiriyoruz.
Bir kişinin iyi olabilmesi için diğerinin sıfırı tüketmiş olması gerekmiyor. İşte lafım hayata böyle bakanlara...
Hırs ve iddiayı karıştıranlara... 1-0 öne geçmek için her şeyi yapmayı göze alanlara...
Samimiyeti, dürüstlüğü, şeffaflığı, insan sevgisini unutanlara...
Hayat nasıl matematik değilse; 1-0 öne geçme sanatı da değildir.
Bu dünya hepimize yetecek kadar büyük, güzel...
Ve sürprizlere açık...
O yüzden sonradan özür dileyeceğimiz sözleri söylemeyelim.
Herkesi kucaklamayı bilelim.
Hayata “gönül gözlüğümüzle” bakalım. İnanın yaşam böyle daha güzel...
Ben de bunu yapıyorum.
Şu barbar Türkler!!!
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ekmeğin karne ile dağıtıldığı Türkiye’den, Alman zulmünün yanında açlıktan kırılan Yunanistan’a “Kurtuluş” adlı bir gemi ile yiyecek yardımı başlar. Kıyasıya savaşmamızın üzerinden henüz 20 yıl bile geçmemişken, yaptığımız savaşın adını taşıyan “Kurtuluş” Ekim 1941 Ocak 1942 tarihleri arasında Yunanistan’a beş sefer yapıp, 8 bin ton yiyecek götürür; ancak altıncı seferinde kaza sonucu batınca yardımlar başka gemilerle sürer.
Benzer bir olayı İrlandalılarla yaşamışız. Lozan görüşmeleri sırasında, bütün Avrupalılar sürekli aleyhimize oy kullanırken, hep lehimize parmak kaldıran İrlanda temsilcisine Yahya Kemal bunun nedenini sorar. Yanıt şöyledir:
“Biz bir yandan açlık ve kıtlıktan kırılıp, bir yandan salgın hastalıkla boğuşurken (1845-1849) diğer Avrupalılardan hiçbir yardım ve destek görmedik. Ama sizin Osmanlı dedeleriniz, yardım olarak hem para hem de gemiler dolusu erzak gönderdiler. O zor günlerde bize insanca, dostça uzanan eli asla unutamayız. Siz her zaman desteklenmeye layık bir milletsiniz!”
* * *
Açlık felaketi sırasında Sultan Abdülmecid, İrlanda halkına on bin sterlin yardımda bulunmak ister; fakat kendi topraklarında bulunan bölgeye sadece iki bin sterlin vermeyi kararlaştıran İngiltere Kraliçesi Victoria, Sultan’ın teklifine karşı çıkar ve sonuçta Osmanlı bağışı bin sterline iner. Abdülmecid bunun üzerine 1847 yılında İrlanda’ya tahıl yüklü beş gemi gönderir. İngilizlerin Dublin Limanı’na sokmadıkları gemiler, yüklerini yetmiş mil uzaklıktaki Drogheda Limanı’na boşaltır.
Olayın anısına Drogheda Belediyesi’nce yaptırılan şükran plaketi, 150 yıl önce Türk gemicilerin ağırlandığı eski belediye sarayının duvarına (şimdiki Westcourt Oteli) çakılır. Törende konuşan İrlanda Büyükelçimiz Taner Baytok, İrlanda asilzadelerinin padişaha gönderdikleri ve halen Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde korunan teşekkür mektubunu okur: “Aşağıda imzaları bulunan biz İrlanda asilzadeleri, beyefendileri ve sakinleri, Majesteleri tarafından, acı çeken, kederli İrlanda halkına gösterilen cömert hayırseverlik ve ilgiye en derin minnetlerimizi saygıyla takdim eder ve onlar adına Majesteleri tarafından İrlanda halkının gereksinimlerini karşılamak ve acısını dindirmek üzere cömertçe yapılan bin sterlinlik bağış için teşekkürlerimizi arz ederiz.” (Dış Politikada Bir nefes, Taner Baytok, Remzi Kitabevi)
* * *
Kendisi açken bile, lokmasını daha aç olanlarla paylaşabilmiş “barbar atalarımızı” saygıyla anıyorum.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)
Tunca Bengin
Katliam ikizleri!
9 Mayıs 2024
Melih Aşık
Aslan bacanak
9 Mayıs 2024
Didem Özel Tümer
Bakandan ‘rezerv alan’ tartışmalarına yanıt: Her türlü öneriye ve eleştiriye açığız
9 Mayıs 2024
Hakkı Öcal
Vahşet, vahşet üstüne...
9 Mayıs 2024
Ali Eyüboğlu
Ajda Pekkan’ın ilk stat konseri!
9 Mayıs 2024