Derya Sazak

Derya Sazak

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       YENİ yıla "yeni hükümet" beklentisiyle giriyoruz.
1999, aynı zamanda "seçim yılı" olacak. Seçimi 2000'e erteleme senaryoları tutmazsa, 18 Nisan'da halk yerel ve genel seçimler için sandık başına gidecek. Yeni parlamento Türkiye'yi 21'inci yüzyıla hazırlayacak siyasi yapılanmanın oluşturulması gibi ağır bir sorumlulukla karşı karşıyadır.
2000 yılında 10'uncu cumhurbaşkanı da seçilecek.
Dileriz, seçime hazırlanan siyasi kadrolar aralarındaki mücadeleyi kısır çekişmeler yerine 21'inci yüzyılın inşasına yönelik değerler temeline dayandırma sorumluluğunu gösterirler.
Çünkü 2000'e bir kala Türkiye'nin sorunları kişisel kavgaları kaldırmayacak ölçüde ağırdır. Bu gerçeği en iyi görecek durumdaki liderlerimiz nafile çekişmelerle halkın sabrını tüketmek yerine, boşa harcanan enerjiyi "sinerji"ye dönüştürerek toplumu daha iyi bir geleceğe hazırlamak durumundalar.
2000'li yılların yönetici profilini başkentin siyasi labirentleri arasında kaybolmayan, antenleri 21'inci yüzyılın dünyasına açık insanlar oluşturacak.
Seçime katılacak partilerin seçmenin gözünde "farklılaştıracak" anlayış da 2000'lerin siyasi kadrolarını "vitrine çıkarırken" sergileyecekleri akılcı tercihler olacaktır.
Türkiye'nin genç ve dinamik nüfus yapısı ülke yönetiminde neredeyse 40 yıldır "söz sahibi" olan ve artık "uzatmaları oynayan" kadroların eskimiş reçetelerine ilgi duymuyor.
Geleceğe dönük umutların yeni yıl mesajları ve yılbaşı piyangolarıyla değil dünyadaki "değişim" rüzgarını yakalayabilecek yeni insanlarla yeşertilmesi bekleniyor.
Geride kalan 1998 bu açıdan parlak bir yıl olmadı.
Milli Güvenlik Kurulu'nun son toplantısında masaya yatırılan ekonomik tablo ürkütücüdür. Devletin resmi verilerine göre 10 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Gelir dağılımındaki dengesizliğin irtica, terör ve mafyayı güçlendirdiği görülüyor.
1999'da işçi, memur ve emekliler için öngörülen ücret artışları rant kesimiyle çalışanlar arasındaki uçurumun bu yıl daha fazla açılacağının göstergesidir.
5 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor ve 1999'un ilk yarısı için belirlenen 57 milyon lirayla geçinmeye mahkum bu kitleye de 10 milyonluk yoksulluk sınırının altındakiler olarak bakabiliriz. Bu yılki memur zamları da vergi indirimleriyle birlikte yüzde 30'u bulacak. Bu artış, kağıt üzerindeki enflasyona karşı önlem olabilir mi?
İşte bu göstergeler, sosyal sınıflar arasındaki uçurumları büyütmekte toplumsal barışı tehdit etmektedir.
Türkiye zamanında önlem alamazsa bu kaygı verici gidiş Rusya'yı tehdit eden açlık ve mafyalaşma gibi bizim ülkemizin sınırlarını da zorlayacaktır.
Ekonomideki "kronik" sorunların aşılması bir yana 65 milyonluk Türkiye'nin asıl 25 milyonu bulan genç nüfusunu iyimser bir geleceğe hazırlaması, bu nedenle üretim ve istihdam sorunlarını çözmesi gerekiyor.
Güneydoğu'daki Kürt sorununun temelinde de, PKK terörünü besleyen siyaset dışı gerçekleri görmek gerekiyor.
Ekonomik ve sosyal sorunlar ülkenin doğusunu da, batısını da aynı ölçüde tehdit etmektedir.
Bu durumun insan hakları ve demokrasi standardını giderek aşağıya çektiği gerçeğini gözden kaçırmayalım.
Batı demokrasileriyle, ülkelerin ulusal gelirleri arasındaki koşutluk elbette rastlantı değildir. Yüzyıllara dayalı demokrasi kültürünü sürekli kılan en önemli etken "insanca yaşamak" standardıdır. Bu standart sayesindedir ki hak, hukuk, adalet gibi kavramlar bir "yaşam kalitesine" dönüşmüştür. Üçüncü bin yılın eşiğinde Türkiye'de yediden yetmişe herkesin ortak dileği kavgadan uzak, barış içinde bir arada yaşama özlemidir.
Hükümetlerin başarısı, bu özlemi yaşama geçirme yetenekleriyle orantılı olacaktır.




Yazara E-Posta: d.sazak@milliyet.com.tr