Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yaklaşık elli yıl önceydi, 1962 yılının ekim ayında 17 yaşında lise son sınıfa geçtiğim yıl, AFS (American Field Service) değişim öğrencisi olarak Arizona’nın Tucson şehrinde bir aile yanında kalıyor ve okula gitmeye hazırlanıyordum. O sabah küçük ve yuvarlakça bir ekranı olan siyah beyaz televizyonun başında ailenin büyükleri gayet endişeli bir yüzle Atlas Okyanusu’nun güneybatı bölgesinde kesik çizgilerle ilerleyişi simgelenen iki Sovyet yük gemisinin pozisyonunu izliyor ve onların Amerikan Deniz Kuvvetlerinin ilan ettiği Küba yakınlarındaki karantina çizgisine yaklaştığında neler olabileceğini hararetli bir şekilde tartışıyorlardı.
O günlerde gerek buna benzer olaylardan gerekse okulda dahi o sıralarda yeni yeni yaygınlaşmaya başlamış olan küçük transistörlü radyolardan olan biteni izleyen arkadaşlarımdan durumun vahametini görüyor ve anlayabiliyordum.

Büyük bir günah!
O günlerde resmen ilan edilen Amerikan Hükümeti’nin pozisyonu 16 Ekim 1962 sabahı Başkan J.F. Kennedy ve danışmanlarının Küba’ya Sovyetler Birliği tarafından orta ve uzun erimli ve nükleer başlık taşıyan füzeler yerleştirdiğini öğrendikleri idi. Amerikan hükümeti, bu kabul edilemez tehdit karşısında 22 Ekimden itibaren hem bu füzelerin kaldırılmasını talep ettiklerini ve hem de Küba çevresinde bir deniz ablukası uygulayarak o çizgiye yaklaşan bütün gemilerin durdurularak aranacağını, buna uymayanlara ateş edileceğini ilan etti.
The Atlantic dergisinde bu ay( Ocak 2013) yayınlanan uzun bir makalede Benjamin Schwarz, aslında Kennedy yönetimini bu krizin oluşmasında büyük bir günahı olduğunu araştırmacı tarihçilerin taa 1997 yılından beri bildiklerini anlatıyor. 1997 yılı Başkan Kennedy’nin Amerikan Milli Güvenlik Kurulu’nun Yürütme Kurulu(ExComm) adı verilen özel grubunun toplantılarının da Başkanın onayıyla yapılan gizli ses kayıtlarının açıklandığı yıl olarak biliniyor.

Amerika’nın suçu
Meğer Sovyetlerin Küba’ya füze yerleştirmesine sebep olan şey Amerika’nın 1961’den başlayarak İtalya ve Türkiye’ye nükleer başlıklı Jüpiter füzelerini yerleştirerek provokasyon siyaseti gütmeleri ve aynı zamanda Amerikan ve dünya kamuoyuna Sovyetlerin çok gerisinde bir nükleer arsenale sahip oldukları imajını yayarken aslında onlardan çok daha üstün bir güce sahip oldukları gerçeği imiş. İşte Kruschev’in Küba’ya füze yerleştirme kararı bu arka plan üzerine inşa edilmiş. Yani Küba’ya füze yerleştirilmesine bir bakıma Amerikalılar kendileri sebep olmuş.
‘MIM-104 PATRIOT’ (Phased Array Trackin Radar to Intercept On Target) füzelerinin ülkemize gelmeye başladığı bu günlerde füze silahlarının ve bunlara bağlı büyük bir krizin tarihini hatırlatmakta fayda gördüm. Zeki bir adlandırmayla PATRIOT yani İngilizce’de “vatansever” adı verilen sistemin ne olduğu ve neden mesela İran ve Rusya’nın itirazlarıyla karşılaştığını irdelemekte yarar var.

Savunma araçları
Aslında gerçekte bu füzelerin geliştirilme nedeni herhangi bir kaynaktan belli bir hedefe doğru o hedefi vurmak üzere yola çıkan bir füzeyi tespit ederek onu yarı yolda yok etmektir. Dolayısıyla bu füzelerin birer savunma aracı olduğuna şüphe yok. Yani onları kullanarak durup dururken bir hedefi bombalamak kuruluş amaçlarına aykırıdır. Pekiyi, bunlara itirazların ve ülke içinden ve dışından belirtilen tereddütlerin sebebi nedir? Kanımca bu sebep nihayetinde araçla ilgili değil amaçla ilgilidir. İran’ı şüpheye düşüren husus olası bir İsrail saldırısında ve buna İran tarafından verilecek mukabelede bu tip silahların İsrail’e adil olmayan bir avantaj sağlaması ihtimalidir. Ancak bu olasılık oldukça zayıf.
Bir kere İsrail’in böylesine bir delilik yapması için uluslararası camiada olması gereken oydaşma mevcut değil. İkincisi hem yeniden seçilen ABD Başkanı Barack Obama ve hem de atamaları yeni açıklanmış olan Dışişleri Bakanı John Kerry ve Savunma Bakanı Chuck Hagel İsrail’in İran nükleer tesislerine silahlı saldırıda bulunması taraftarı değiller. Onların onayı olmadan da böyle bir şeyin gerçekleşmesi ihtimali hemen hemen yok gibidir.

Ruslar rahatsız
Eğer İsrail denklemin içinde değilse Türkiye’nin sınır illerine yerleştirilecek olan ve sayıları dört ile altı arasındaki PATRIOT sisteminin gerekliliği nedir? Bunların olası bir Suriye füze saldırısına karşı korunma amaçlı olduğu NATO’ya yapılan başvuruda üstü kapalı bir biçimde belirtilmiş olsa gerektir.
Ancak Beşşar Esat’ın başı bu kadar dertte iken onun emriyle mesela öldürücü gaz taşıyan füzelerin Türkiye’yi hedef alması olasılığı düşüktür. Ancak savunma zaten saldırı vuku bulduktan sonra değil saldırı ihtimali ortaya çıktıktan itibaren alınan tedbirlerle güç kazanır dolayısıyla böyle bir tedbirin bizatihi varlığı bile koruyucu ve caydırıcı bir rol oynayacağı için yararlıdır.
Rusya’nın itirazları da daha çok stratejik savunmak dengeleriyle ilgili. Türkiye’nin NATO’nun PATRIOT sistemleri istediği ortaya çıktıktan hemen sonra Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ile yaptığı bir görüşmede Türk sınırında PATRIOT füzeleri yerleştirilmesinin bölgedeki stratejik dengeyi bozacağını ifade etmiş ve Rus Edebiyatçısı Chekovdan bir örnek vererek “bir oyunun birinci perdesinde bir silahın belirmesi, üçüncü perdede bir ölümün gerçekleşeceğinin ifadesidir” mealinde sözler sarf etmiştir. Yani sözün özü kendileri hedef tahtasında olmasa bile Batı ile yarıştıkları herhangi bir bölgede stratejik dengenin aleyhlerine dönebilme ihtimali Rusları rahatsız etmektedir.

Gizli işler!
PATRIOT füze sistemlerini kurmak ve işletmek üzere 300 ile 400 arasında gönderen ülke askerinin de beraber gelmesi yurtiçinde tereddütlere neden oluyor. Ancak bu sistemlere kendimiz sahip olmadıkça bu potansiyel sakıncayı da sineye çekmek kaçınılmaz görünüyor.
Aynen Küba buhranıyla ilgili olaylar zincirinde olduğu gibi aradan 30-35 yıl geçip de gizlilikler ortadan kalktıktan sonra geleceğin tarihçileri başka bulgulara erişecekler mi? Günümüzün politikalarını nasıl değerlendirecekler bunu şimdiden bilemiyoruz. Demokrasilerde hükümetlerin gizli kapaklı işler yapmadığından eminsek zaten gelecekteki tarihçilerin neler bulacağından çekinilecek bir şey yok demektir.

Haberin Devamı

Ersin Onulduran
Türk siyaset bilim insanı. Lisans eğitimini Claremont Men’s College’de Siyaset Bilimi dalında, Yüksek Lisans eğitimini Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi dalında yaptı. 1973 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladı. Aynı fakültede 1983’de Doçent, 1989’da Profesör oldu. Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı ve aynı zamanda bu üniversitede Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü olarak görev yaptı. Ayrıca 1 Eylül 1986 ile 31 Ağustos 2010 tarihleri arasında 24 yıl süreyle Türkiye ABD Kültürel Mübadele Komisyonu (Fulbright Eğitim Komisyonu) Genel Sekreterliği görevini yürüttü. Evli ve bir çocuk babası olan Profesör Onulduran, 19 Ekim 2012 tarihinde 40 yıla yakın bir süre görev yaptığı Ankara Üniversitesi’nden emekli oldu.