Fatih Terim’in "Ben işimi bilirim" cabbarlığı ve "kurtarıcı baba" hallerine fersah fersah uzak olduğu ve bu yüzden hükmedilmeyi bekleyen kalabalığı "sahipsiz" bıraktığı için mi? Gri takım elbisesini hiç değiştirmeyip Türkiye’nin "Dışarıda nasıl temsil ediliyoruz?" saplantısını tetiklediği için mi? Lise coğrafya öğretmeni kesimi saçları ve yüzündeki o Anadolu’ya has acıklı ifadeyle "başaracak adam" değil de "elinden geleni yapan adam" gibi görünüp "karizma heykeli" olmaya oynamadığı için mi? Ne ise ne, sevmediler Şenol Güneş’i.
Hatta sahadaki oyuncular bile farklıydı sanki. Gol attıklarında babalarına yakaladığı balığı göstermek için koşan çocuklar gibi Fatih Terim’den aferin almaya koşan oyuncular, Şenol Güneş’i "zaferi getiren baba" olarak kucaklayıp omuzlara almadılar. İktidar-baba olmamayı tercih eden bir adamla ne yapacaklarını şaşırmış gibiydiler sanki...
İzleyenler de rahatsızdılar bu "iktidar boşluğundan". Terim’in saha kenarında Emre’yi tartaklamasını bile hayranlıkla izleyenler, onun zamanında birer Fatih Terim kesildiler. İktidar boşluğunu doldurmak gerekiyordu çünkü. Televizyonlarda "herkes bir teknik direktör" atmosferi yaşanırken Güneş’e taktik veren bakkal çakkal bile Fatih Terim’i taklit eder gibiydi. Kardeşine karşı zalim babasını taklit eden büyük oğlan kardeşler gibi... Ya da tepesinde bir iktidar olmazsa şaşkınlaşan, ne yapacağını şaşıran ve derhal bir iktidar yaratmaya çalışan bütün ezik kalabalıklar gibi...
Ve Şenol Güneş dünyanın öbür ucundan döndü. Haksızlığa uğradığını hisseden her insan gibi o da bir "son konuşma" yapmak istiyordu, her şeyi anlatan bir nutuk için kürsüye çıktı. Bir basın toplantısı düzenledi. Bağırmadan acı sözlü konuşur ya insan, neresi acımışsa acıtanın tam orasını acıtmaya niyetlenir ya, daha fazlasında gözü yoktur hani. Tam öyleydi işte. "Futbol sadece futbol değildir" diye başladı ama söyledikleri "Her şey de futbol değildir" diyordu. "Futbol arası hayat" yaptı ve konuştu:
Bu takımda ben sadece işleyişten sorumluyum.
Hedef başarı değil, mutluluk olmalı.
Çok paranız da olsa sosyal hayatınız yoksa fakirsiniz demektir.
Şoför önümde eğildi. Çok rahatsız oldum. Çünkü o da insan, ben de.
Hayatında eşit olmak nedir bilmemiş, "mutluluk kültürü" olmayan, sosyal hayattan yemek yiyip piyanist şantör dinlemeyi anlayan bir kalabalığa böyle cümleler kurduğunuzda, yadırgar. Ve kalabalık, yadırgadığı şeyden korkar. Korktuğu şeyden derhal ve hızla nefret eder. İnsanlık alemi böyle işler. Nasıl işler? Şöyle...
Hükmetmemeyi tercih ederseniz, sizi hükümsüz sayarlar. Ezmediğinizde, gücünüz yok sanırlar. Oyuna katılmıyorsanız oyunu beceremediğinize inanırlar. Bağırmazsanız sesiniz çıkmıyor diye bakarlar. Alçakgönüllü olmayın, öyle sanırlar! İnsanlar, sizi bu türden "sanışlarıyla" öyle ya da böyle kendi bataklıklarına çekmek isterler. Sanki bataklık zaten yeterince kalabalık değilmiş gibi bu konuda ciddi biçimde ısrar ederler. İnsanlık aleminde bu yüzden zordur "klasını" korumak. Çünkü erdemlerinizi hırpalayıp size "küme düşürmeye" çalışırlar. Küme düşmezseniz oyundan toptan atarlar.
Şenol Güneş iyi teknik direktör, kötü direktör o ayrı. Yıldıray’ı inat etmiş gibi değiştirip durdu, o apayrı. Ama Şenol Güneş "küme düşmeyen" bir adammış, o her şeyden ayrı.