Şehrin kadınları, yüzlerinde yastık izleriyle fırlıyorlar sokağa. Hemen bir cerveceria'ya (cafe - bar) atıyorlar kendilerini. Gün boyu hesapsız içecekleri sigaralarından ilkini yakıyorlar acele. Hep yaptıkları gibi hızlı konuşup ve yüksek sesle, bardaki adamdan aynı şeyi istiyorlar. Madridli kadınlar, sabahları işe gitmeden önce, ayakta ve alelacele bir konyak deviriyorlar. Öğleye kadar idare ediyordur herhalde. Öğlen bir bira için tekrar cerveceria'ya gidiyorlar.
* * *
Avrupa'daki kadınlar sihirli bir sıvı gibidir; hepsi yaşadıkları şehrin kılığına giriverir. Roma'da Trevi Çeşmesi (Fontana di Trevi) gibidir kadınlar; havuzun içindeki paralar gibi ışıl ışıl, meleklerin akıttığı sular gibi şıkır şıkır. Gün ortalarındaki uzun siestaların sakin banyolarından çıkmış oldukları için hep, güzel kokular saçarlar etraflarına. İstisnasız hepsi güzel giyinir. Yazları ise genel olarak pek giyinmemek tercih edilir; hep birlikte şahane bir şeffaf düzene geçilir. El üstünde tutulan kadınlar oldukları için İtalyan kadınlarının bedenleri yollarda tatlı bir rahatlıkla salınır.
Paris'in kadınları daha uzak ve mağrurdur. Hepsi bir yerinde narin bir kız çocuğu saklar gibi bakar ve yürür. Güzel ve genç olanları, puslu havalarda çekilmiş, sebepsiz yere gamlı birer kısa film gibidir. Belki de Fransız filmleri bu kadınlar yüzünden böyledir! Parisli kadınlar kendilerinin ne şahane olduğunu izleyenin gözüne sokmayan filmler kadar iyidir.
İçinde salındıkları, uyudukları ve konuştukları şehrin etrafında oluşan efsane mi geçiyor onlara acaba? Çünkü bütün Avrupalı kadınlarda ortak bir şey var aslında. Sigarayı tutuşlarında, dalıp gidişlerinde, gülüşlerinde, durup bekleyişlerinde başka bir şey...
Dağınık saçlarında bir hava var, makyajsız ve planlanmamış yüzlerinde çok kendilerine aitler sanki, en çok ve bir tek kendilerine. Hepsi her an buradan gidiverecekmiş gibiler. Belki de buraların adamları bu yüzden biraz daha süt dökmüş kedi gibiler! Kadınların hemen hiçbiri öyle süslü püslü, iki dirhem bir çekirdek falan değiller. Ama her nasılsa atkının böyle duruşu, saçın tokadan fırlayıp rüzgarda uçuşu, çok giyilmekten rengini unutmuş pantolonun şöyle şöyle kıvrılması... İçindeki beden üzerindeki nesnelerden daha mühim; her birinde aynı olan bu sanki.
Avrupa'nın ihtiyatsız kadınları, izleyeninden ricacı olmayan filmler gibi umursamaz, o filmler kadar kendinden emin olduğu için bu kadar iyi. Kadınlıkla ihtiyatsızlık arasındaki keyifli bağlantıda dans ediyorlar çünkü.
* * *
Faslı genç bir kadın geçiyor Lavapies Mahallesi'nden. Müthiş güzel. Koyu kırmızı türbanından bir perçem çıkarmış, belli ki o perçem öyle durabilsin diye çok çalışmış. Faslı kadın ince ince planlanmış bir gösteri. Kendinin fazlasıyla farkında bir gösteri, farkında değilmiş oyununda usta. İzlenmeye alışık yüzü gitgide asılıyor yolda. Yazık ki, ihtimamla hazırladığı ayrıntıların kimse kıymetini bilmiyor burada. Faslı kadın izlenmeyen bir gösteri kadar sıkıntılı Madrid sokaklarında. Belli ki gizlice kızıyor ona bakmayan adamlara. Yanından ihtiyatsız bir kadın geçiyor. Gizlice bakıyor ona. Büyük bir olasılıkla buralarda nasıl gösterilerin tuttuğunu anlamaya çalışıyor. Beceremeyeceği numaraları gördükçe yüzü daha beter asılıyor. O perçemin uzun tarihini ve kıymetini, onun hiçbir işine yaramayacak pencere kenarındaki yazar biliyor.