Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları

Çin’in geleneksel yapısını kıran, insan karakterini değiştiren kapitalizm, yönetmen Jia Zhengke’nin filmlerinde eleştirel yaklaştığı ana konu. Daha önce ‘Günahın Dokunuşu’ (2013) ve ‘Bilinmeyen Zevkler’ (2001) hep bu anlamda çevirdiği festival filmleri oldu. 2018 Cannes Festivali’nde yarışan ‘Kül, En Hakiki Beyazdır’, Çin’de sosyalizm sonrası yeni gerçekçilik adı verilen 6. Nesil Sinema’nın son örneklerinden denebilir. Çin halkının yaşantısını ve alt sınıfların yeni yaşam standartlarıyla uyumsuzluğunu metaforik göndermelerle anlatır. Filmlerine, uzun ve sakin planlar hâkimdir.

Haberin Devamı

Beyazı kaybeden ülke
‘Kül, En Saf Beyazdır’ın merkezinde Zhangke’nin hemen hemen tüm filmlerinde birlikte çalıştığı Zhao Tao’nun canlandırdığı Qiao karakteri var. Çin yeraltı dünyasında kendine yer edinmeye çalışan bir çete liderinin sevgilisi olan Qiao, erilliğin kol gezdiği bu dünyada kendi sözünü dinletebilmeyi büyük ölçüde başarmış, güçlü bir kadın olarak resmediliyor. Sevgilisi Bin’i karıştığı bir kavga esnasında ölümden kurtarması da film, hikâye akışının dönüşümünü işaret ederek, anlatının Qiao’nun güçlü kadın imajı üzerinden şekilleneceğini açık ediyor. 2001 yılında yaşanan bu olay sonrası hapishaneye giren Qiao, beş yıl sonra çıktığında önceki hayatının, ülkede yaşananlara paralel olarak dönüştüğüne dair sert bir gerçeklikle yüzleşiyor. Bu dönüşümle birlikte Qiao ve Bin’in hikâyesi, günümüze kadar uzanan ve çok farklı evrelerden geçen bir ilişki sürecine evriliyor.

Beatles’ı Hatırlamak

Danny Boyle, son filmi ‘Yesterday’le, Beatles şarkılarının süslediği güzel bir masal anlatıyor. Beatles’ın bilinmediği veya unutulduğu bir dünyada, onların şarkılarını hatırlayan ve tekrar çalan bir bar gitaristinin hikâyesini anlatıyor.

Önemli müzikal çıkış yakalayamamış, Hint asıllı İngiliz Jack Malik, müzikten umudunu kesmek üzeredir. Hem de menajeri Ellie’nin tüm çabalarına rağmen... Gecenin bir vakti bisikletine çarpan otobüs, hayatını değiştirir. Ellie, kazada kırılan gitarının yerine yenisini hediye eder. Yeni gitarın şerefine yakın arkadaşlarına ‘Yesterday’ şarkısını patlatır. Herkes şarkıya bayılır. Onların şarkıyı ilk kez dinliyor olması mümkün müdür? Eve koşar, bilgisayarında yaptığı Google aramasında bile Beatles yoktur. Bir şeyler olmuş, insanlar Beatles’ı unutmuşlardır. Malik hatırlayabildiği tüm Beatles şarkılarını çalıp söylemeye başlar. İlgi ve şöhret fazla bekletmez.

Beyazı kaybeden ülke

Boyle, kısaca Beatles şarkılarının olmadığı bir dünya olamaz diyor. Kıpır kıpır, neşeli atmosfer filmi sarmalıyor. Şarkıların peşinde Liverpool seyahati, Wembley konser sahneleri filmin nabzını yükselten sahneler... Çok sevdim.

‘Nothing Hill’, ‘Dört Nikâh Bir Cenaze’ ve ‘Rock’n Roll Teknesi’ gibi başarılı komedilerin senaristi Richard Curtis, hikâyenin temelini yine romantik bir aşk ilişkisine dayamış. Yıllar boyu birbirlerine açılamamış iki sevgilinin gecikmeli başlangıcı, müzikle gayet güzel harmanlanmış. ‘Here Comes The Sun’, ‘Help’, ‘Let It Be’, ‘Hey Jude’, ‘Back To The USSR’... Her biri, hayatımızı güzelleştirmiş şarkılar. Sözleri bir türlü hatırlanmayan Elenore Rigby, filmin en güzel esprisi olmuş.

Genç oyuncular Himesh Patel ve Lilly James, şarkıcı/menajer/sevgili üçgeninde iyi bir ikili olmuş. Ed Sheeran, bizzat kendisini oynuyor ve asla da eğreti kalmıyor.

Bence de Beatles şarkıları olmayan bir dünyada bir şeyler eksik kalırmış. Kola, sigara olmasa da olurmuş. Sadece kaçırmayın, izleyin diyorum.