Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Oldum olası sevdim Çeşme’yi.

Daha çok Ilıca’yı sevdim aslında.

Neden bilmiyorum, belki denizinden belki de sadece çocuk aklımla sevdim.

Alaçatı’yı bilmezdik biz pek. O zamanlar böyle popüler değildi.

Şimdilerde herkes, çok değişti diyor Alaçatı için.

Aslında hiç değişmedi. Bildim bileli rüzgârlıydı mesela.

Eski taş evler hep oradaydı.

O Alaçatı belki hep aynı Alaçatı ama biz değiştik, çoğaldık, her şeyi olduğu gibi orayı da abarttık galiba. Şimdi de çok değişti diyoruz.

Önceki gün Alaçatı’daydım.

Arkadaşımla pazaryerinin arkalarında daha önce çok keyif aldığımız seyyar köfteciyi aradık ama bulamadık.

Haberin Devamı

Öğle sıcağından faydalanıp Alaçatı’nın sakin sokaklarında dolandık.

Dutlu Kahve’de birer kahve içtik.

Püfür püfür esen rüzgâr eşliğinde eski günleri andık.

Zaman su gibi aktı geçti. Sokaklar kalabalıklaşmaya başladığında arkadaşım “Hadi Fedo, bizim Çeşme saatimiz geldi” dedi.

Atladık arabamıza, ver elini Çeşme şehir merkezi.

“Nereye?” diyecek oldum.

“Madem eskileri andık, şimdi iki İzmirli gibi bi yemek yiyeceğiz” deyiverdi.

Liman tarafından çarşıya doğru girdik, o büyük çınarın olduğu kahvenin karşı sokağına daldık.

Sokak, sağlı sollu mavi örtülü masalarla kaplanmış. Saatin erken oluşundan kimsecikler yok restoranlarda.

Yanılmıyorsam sokağın girişinde soldaki üçüncü dükkâna çöktük.

Biz daha otururken restoranın mutfak bölümünden “Ooo, abi hoşgeldiniz” diye seslendi güleç, samimi bi hatun.

Ayaküstü iki satır sohbetten sonra “Ala Söğüş Meyhane”nin sahibi olduğunu öğrendik Hatice Hanım’ın.

Eşi Alpaslan Akyeli ile beraber işletiyorlar bu şirin dükkânı. Hatice Hanım’ın ardından eşi Alpaslan da geliyor yanımıza. “Hatice lafa tutma insanları, acıkmışlardır” deyiveriyor son derece sakin bir ses tonuyla.

Gülüşüyoruz.

Şirin meze tabakları

Geçiyoruz meze dolabının başına.

Şaşırmadığımı söylersem yalan olur.

Her ne kadar mekânın adı “Ala Söğüş Meyhane” olsa da ben Çeşme’de balık bekliyorum elbet.

Ama burada balık yok. Adı gibi en güzel mezelerinden biri “söeüş”. İzmir işi, tam İzmirli işi yani. (İzmir’de söğüş denince haşlanıp ayıklanmış kuzu kelle manasına gelir.)

Haberin Devamı

Masamız donanıyor. Elbette baş köşede söğüşümüz, börülce, Girit mezesi, yaprak sarma, kalamata zeytin mezesi, bademli havuç, semiz otu...

Yok yok anlayacağınız.

Şirin küçük meze tabaklarında servis ediyorlar mezelerini, her şeyden minik minik tadabiliyorsunuz. Tam bi meyhane işi yani.

Sohbet başlıyor. Karı koca 3-4 yıl önce açmışlar burayı.

Yaz kış çalıştırıyorlar. Aşçıları yok. Her şeyi kendileri hazırlıyor.

Hatice. “Arnavut kızıyım ben, evde pişmeyen burada misafire sunulmaz” diyor.

Muhabbet sürerken bi köfte diyecek oluyorum. Hemen şirin bi sunumla masamıza geliyor.

Gelen geçene bakarken eski dostları görüyoruz. Sohbet sürüyor.

Tam kıvamında...

Rüzgâr, Çeşme’nin ara sokaklarını hiç terk etmemiş. Güzel İzmir bunaltıcı sıcaklarda yanarken o hep buralardaymış, hep esmiş.

Biz iki arkadaş derin derin konuşurken Alpaslan elinde bir güveçle geliyor “Abi, ana yemek olarak size bonfile yaptım” deyip hızlıca masada bir yer açıp, tıkır tıkır kaynayan güveci önümüze bırakıyor.

Haberin Devamı

“Şimdi oldu” diye geçiyor aklımdan.

Mantarlı, peynirli yapmış Alpaslan bonfileyi. Yumuşacık, tam kıvamında bir et yiyiyoruz. Elbette en sevdiğimizi de yapmaktan geri kalmıyoruz. Bana bana götürüyoruz yemeğimizi.

Yunan ezgileri, meyhane şarkıları çalıyor fonda. Arada susup dinliyoruz. Sakızı konuşuyoruz. İki yıl önce orada geçirdiğimiz muhteşem iki günü tekrar yaşayalım derken zaman hızla akmaya devam ediyor.

Eee her güzel şeyin sonu var elbet.

Dolaptaki kokoreç aklımızda kalsa da, bi dahaki sefere deyip ayaklanıyoruz.

İki güzel insan karşıladıkları gibi aynı sıcaklıkla uğurluyorlar bizi.

Teşekkürler dostlar, şimdi Çeşme’ye gelmek için bir sebebim daha oldu...

Tel: 0232 712 17 17