Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Türk Yargıcı Işıl Karakaş’ı TV’de izlerken önce “günah çıkardım.”
Çünkü -doğrusu- Işıl Karakaş’ın iktidar tarafından AİHM’ye aday gösterilmesi üzerine zaman zaman söylemleri iktidarla paralel çizen eşi Prof. Eser Karakaş’la ilişki kuran iddialar etkili olmuştu.
Işıl Karakaş tam bir bilim insanı tarafsızlığı ve gerçekçiliğiyle Türkiye’nin İnsan Hakları defolarını sorguladı.
Sadece kendisine değil Eser hocaya da haksızlığı düşündürttü.
.....................
Konuşmasından satırlara geçelim.
Işıl Karakaş’a göre “Türkiye basın ve ifade özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki ülke...”
“Özellikle Terörle Mücadele Yasası’nın buna neden olduğunu” söylüyor.
“İfadeler açık değil, muğlak” diyor.
Kişilerin bu yasa yazılımı karşısında “neyin suç neyin olmadığı konusunda sürekli şüphe içinde kalacağına” işaret ediyor.
Burada yasanın müellifi merhum Turgut Özal ile bir anım Işıl Karakaş’ın söylemine kanıt gibidir.
Bekaa vadisindeki PKK kampında, Abdullah Öcalan ile konuşmuş, izlenimlerimi o zamanlar çalıştığım SABAH’ta yazmıştım.
Yazıyı yayımlanmadan önce kadim dostum ve hocam ceza hukuku profesörü Uğur Alacakaptan’a fakslamıştım.
Hocanın süzgecinden geçmişti yazı.
Öcalan izlenimlerim gazetede yayımlandığı gün Singapur havaalanında gazeteyi aradığımda “Özal seninle görüşmek istiyor” demişlerdi.
Merhumu aradım “güzel yazmışsın, hoş yazmışsın da sanki bazı şeyleri kendine saklamışsın gibi geldi bana. Yazmadığın neler var” diye sordu.
Doğru söylüyordu.
Bunların neler olduğunu anlattım.
“Peki neden yazmadın” diye sorunca yeni çıkarttığı “Terörle Mücadele Yasası kapsamına düşmemek için” diye cevap verdim.
Yasada “propaganda” diye bir kelime olduğunu, her satırın savcı ve hâkim tarafından “propaganda” diye yorumlanma tehlikesine maruz olduğunu anlattım.
Merhumun cevabı ne oldu dersiniz!
“O kelimeyi ben yazdım. Propagandayı methetmek manasına yazdım...”
Bunun üzerine “Turgut bey, iyi niyetle yazmışsınız ama öyle anlaşılmayabilir, amacınızı övmek kelimesi karşılar” dediğimi hatırlıyorum.
Işıl Karakaş “gazeteci hakkında Terörle Mücadele Yasası’ndan yargılanmak ve hüküm giymek gerekmez, bu yasanın varlığı bile ifade ve basın özgürlüğünün baskı altında olduğunu gösterir, kaldırılmalıdır” diyor.
....................
Işıl Karakaş’ın “tutukluluğun cezaya dönüşmesi ötesinde tek başına tutukluluk istisnadır” ifadesi, “Türkiye’nin 37 Avrupa Konseyi üyesi arasında Azerbaycan ile birlikte vizdani reddi yasalarında düzenlemeyen iki ülkeden biri olduğu, insan hakları ihlalinde birinciliği açık ara sürdürdüğü” gibi akut yaralara neşter attığı ifadeler de dikkat çekici.

Haberin Devamı

HUZUR KAÇA?
OSMAN Hamdi’nin “Huzur” adlı tablosu müzayedeye 17 milyon lira fiyatla çıkarıldı.
Satılamadı...
Resmi bile pahalı olan “huzurun” gerçeğinin bedeli ne olabilir?
Bunca dökülen kan, alev alev hudut çizgileri ve dalga dalga vuran ekonomik kriz sürerken “huzur”dan söz etmek “kara mizah” gibi...
İsmail Cem’le beraber çalışmak güzelliğini yaşadım.
“Zor günler için babamdan kalan Osman Hamdi’m var” dediğini hatırlıyorum.
Cem çok zorda kalmadıkça o tablodan ayrılmayı hiç istemediğini ima etmişti.
“Merhum Cem ve ailesinin koleksiyonundan bu tablonun satılmadığına içten içe sevindim” diyebilirim.
Huzur’un -iyi ki satılamadığı ve ailede kaldığı- o müzayedeyle, “Cİ (Contempoary İstanbul)” aynı takvim yapraklarında örtüştü.
Bundan öncekiler de gerçekten iyiydi ama bu açık ara “en iyisi...”
Lütfü Kırdar ve Rumeli Konferans binaları katlarında dolaşırken “derin sanat vurgunu” yedim.
“Sarhoş” etimolojik(!) anlamı “serhoş...”
Yani hafif baş dönmesini ifade eden “başı hoş...”
Yeni gençliğin “kafam iyi” söylemi bu derinliği karşılamıyor.
Cİ, gerçekten baş döndürücü güzellikti.
Altındaki imzanın sahibi Ali Güreli’ye şapka...
İKSV’nin kurucusu merhum Nejat Eczacıbaşı’nın izinde ilerliyor.
Yıllar sonra o da bir önemli “sanat kavşağı” olarak anılacak.
Cİ merdivenlerinde bu büyük organizasyonun koordinatörü Hasan Bülent Kahraman ile karşılaştım.
Ayaküstü sohbetimizden birkaç satırbaşı:
- Dünya sanat cirosu yıllık 600 milyar dolar. (Türkiye bütçesinden fazla)
- Uluslararası büyük şirketler sermayelerinin 5’te biri tutarında sanata yatırımlar yapıyor.
Bunu “güvence” olduğu kadar “getiri üreten” yatırım olarak görüyorlar.
- Türkiye’nin bu büyük pastadaki payı ne yazık ki küçük...
Sadece 300 milyon dolar.
Fakat küresel mercekten bakıldığında küçük görünmekle beraber, Türkiye’nin sanat yapıtları cirosu yüksek ivmeli...
Vites atarak yükselmekte.
- Cİ özellikle bu yılki performansıyla büyükler arasına hatta eşitler arasına girdi.
Başta Dubai olmak üzere Cİ yönetimine bölgenin zenginler ligi ülkelerinden öneriler gelmekte.
- Bir başka güzel haber de Cİ’deki yapıtların -o çevrede sık kullanılan deyimiyle- “soldout” olması...
“Yok satmak” denebilir.
Yaşar Kemal’in “manevi iki oğlundan biri” olan Ahmet Gümüştekin’in ve E. İnan’ın yapıtları önünde daha fazla durdum.
“Eşitlerim arasında birincilerimdi...”
Sergide politik yapıtlar “yok” denecek kadar azdı.
Akut yaraları sorgulayan Barış Cihanoğlu’nun “çocuk gelin” tablosu uzun bir makaleden daha etkileyiciydi.
“Çocuk gelinler” de “kadına karşı şiddetin” bir başka yüzü.
Cİ biraz daha sürmeliydi.