Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye insanı “milletvekili yatak odalarından özel görüntüleri” değil “Koç Köprüsü altında bomba patlatarak Ayten Bal’ın bir bacağını kopartan ve diğer günahsız sivilleri de yaralayan teröristlerin, eylem daha koyamadan yakalandıklarını görmek” isterdi.
Teröristleri yakalamak elbette güvenlik güçlerinin görevidir ama öncelik bu “eylemin yapılmasını önleyecek istihbarata sahip olmaktır.”
Bana ne MHP’li birkaç milletvekilinin yatak odalarından.
İster seks, ister aşk, ister imam nikâhı... Hiç ırgalamaz...
Türkiye’nin tüm istihbarat, operasyon, iletişim kurumları ve odakları, terör eylemlerini önceden öğrenmeye ve engellemeye yoğunlaşmalıdır.
“Olacak şey mi, her yere, her eve polis mi dikilecek” sorusuna cevap için uzun uzun teorik anlatıma girmeyeyim.
Olabileceğini gösteren bir örnek vermek daha iyi.
1980 öncesiydi.
Dönemin Londra büyükelçisi merhum Rahmi Gümrükçüoğlu “Londra’da böyle güneşli günü yaşamak şanstır. Hadi dışarı çıkıp biraz yürüyelim. Temiz hava alalım” demişti.
Caddede yürürken baktım ne sağımızda ne solumuzda ne arkamızda korumalar var.
Oysa Ermeni terörünün diplomatlarımızı art arda öldürdükleri yıllardaydık.
Türk büyükelçisinin korumasız dolaşması tam anlamıyla tedbirsizlikti.
Rahmi Gümrükçüoğlu o gün bana “ünlü Scotland Yard polis örgütü yetkililerinin göreve başladığı günlerde kendisine geldiklerini, hiçbir tedbir almaksızın Londra’da istediği gibi dolaşabileceği güvencesini verdiklerini” söyledi.
Rahmi bey “bu güvenceyi nasıl verebiliyorsunuz” diye sormuş, Scotland Yard’cıların cevabı bakın ne olmuş?
“Ekselans, İngiltere’ye eylem yapmak için gelen her teröristin istihbaratını daha topraklarımıza ayak basmadan almış oluruz. Sürekli izleriz.
İngiltere’de yaşayanların ise nefes alışları bile kontrolümüz altındadır zaten avucumuzun içinde sayılır.”
İşte bahsettiğim de tam budur.
İstihbarat... İstihbarat... İstihbarat...
Dağlarda teknik takip önceliklidir.
Pilotsuz uçaklar, uydulardan gözleme/izleme, termal kameralı dürbünler, telsiz dinlemeler ve diğer “teknoloji yoğun” çalışmalar.
Oysa kentlerde “teknoloji yoğun istihbaratın” yerini “insana endeksli istihbarat” alır.
Örgütün içine adam yerleştirmek, kentlerde tüm duyarlı mahallelerde gizli istihbaratçılar bulundurmak, eylem projelerini, planlarını, bunları yapacak olanları önceden bilmek ve önlemekten söz ediyorum.
Yayımlanmamış kitaba el koymak, teğmenin telefonuna irtica örgütünün binlerce irtibatını bilmem kaç saniyede yüklemek ve benzeri örnekler sadece enerji kaybıdır.

Haberin Devamı

TERÖRİST EVLERİ KADASTROSU
Koç Köprüsü’ndeki patlama sonrası PKK “eylem bizim değil” açıklamasını yaptı ama üzerindeki kuşkuları temizleyemedi.
Günlerdir “Araf’tayız, cehennemi de cenneti de birlikte yaşayabiliriz” tehdidini tekrar tekrar savuran PKK ve örgütün sivil uzantıları adına bu “bir ön gövde gösterisi ve bakın neler yapabiliriz” mesajı mı?
Mümkün.
PKK kendi adamlarına değilse bile bir başka örgüte taşeronluk yaptırmış olamaz mı?
Yukarıdaki yazının satırlarında olduğu gibi burada da “istihbaratın önemini” ortaya koyan bir örnek sunuyorum:
Kanın gövdeyi götürdüğü 1980’nin dehşet ayları...
12 Eylül ihtilalinin eli kulağında.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in Ankara/Güniz Sokak’taki evinin çalışma salonundayız.
Demirel az önce MGK toplantısından çıkmış.
Üzgün ve gergin.
Her zaman oturduğu koltuğun önünde belki 100’ün üzerinde aynı renk ve formatta klasör yığılı. Bunlar MİT’in hazırladığı ve sunduğu istihbarat dosyaları...
İçlerinden rastgele birkaç tanesinin sayfalarını çeviriyoruz.
Her sayfanın üst tarafında bir apartman fotoğrafı.
Katlardan birinin bazen ikisinin camlarına “X” işaretleri konulmuş.
O daireler “gizli örgüt evleri.”
Apartmanın açık adresi ve krokisi, dairelerin iç planları da o sayfada.
Sayfanın alt bölümüne ise 8-10 vesikalık ebtta fotoğraf yapıştırılmış.
Hücre evi sorumlusunun fotoğrafı ayrı...
Diğer yan yana dizili fotoğraflar ise hücre üyelerine ait.
Yani...
“Teröristlerin kadastrosu” çıkarılmış. Bir gecede hepsi toplanabilirdi.
Demirel’e “bunun neden yapılmadığını” sordum.
MGK’da komutanlara bunu sormuş. “Yetki kanunu çıkartın toplayalım. Mustafa Muğlalı olmayız” cevabını vermişler.
Ama.. “Yetki kanunu” çıkarmaya Demirel’in başında bulunduğu “azınlık hükümetinin” milletvekili sayısı yetmiyordu ki!
CHP Genel Başkanı Ecevit ise “oy desteği veririm ama AP-CHP büyük koalisyonunu kurmamız şartıyla” diye yokuşa sürüyordu.
12 Eylül’e böyle gelindi.
12 Eylül olunca, 1 gün 1 gecede tüm terör örgütü evlerinin basılması ve hepsinin toparlanması nasıl mümkün oldu dersiniz?
Galiba...
Demirel’in evinde gördüğüm 100’ü aşkın dosya sayesinde.
Yoksa... Bir günde kan nasıl durdurumuştu?
Elbette dosyalarda yer alanların tümü suçluydu diye bir iddiam yok.
Baskınlar ve sonrasında hukuk devleti ve insan haklarından sapmalar da savunulamaz.
Ancak...
Amacım “istihbaratın önemini ve önceliğini” vurgulamak.
Mayıs 2011 Türkiye’sinde istihbarat her zamandan da önemli.
Milletvekili yatak odalarından görüntüler hiç ırgalamıyor.
Polisin canları pahasına görev yaptıklarını, şehit düştüklerini biliyoruz... İstihbarat onların yaşamları için de öncelikli.