Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Ve dönemin opera, tiyatro, bale, resim sanatçıları, birkaç gazeteci, yazar her akşam Sanatsevenler Kulübü'nü mekan tutmuşuz.
Orada buluşulur, laflanır, geceye bir yerlerde devam edilirdi...
Kemal Baytaş grubun lideriydi. O yıllar Ankara'sının en gözde yerlerinden biri olan Çubuk Barajı'nın müdürüydü..
Krallar, kraliçeler (Örneğin Şah Rıza Pehlevi ve Kraliçe Süreyya), cumhurbaşkanları orada ağırlanırdı. Kemal Baytaş, ABD'den henüz yeni dönmüş genç bir mühendis, sanata yakın. Son model arabasıyla gözde bir bekardı. Kızları mıknatıs gibi çekerdi. Artanı bize de damlardı. Hafta sonları başbakanlık müsteşarıyla, bakanlarla briç oynuyordu. Bürokraside çevresi genişti... Zaten, insani ilişkiler halkalarını aradan geçen yıllarda öylesine genişletti ki, soyadından esinlenerek aramızda Baytaşi Tarikatı dediğimiz dostlar çemberi oluştu.
Şarap, aşk, arkadaşlık, sohbetle hep birlikte yılları devirdik.

O grubun en ağırlıklı isimlerinden biri Kerim Afşar'dı.
İyi aktördü.
Sıkı devrimciydi.
Etik değerler simgesi gibiydi.
Girdiği yerde ilgiyi mıknatıs gibi çeker, bilge kişiliğinde harmanlardı.
Allah ses vermişti, güzellik vermişti, kalp güzelliği vermişti.
Yürek zenginliği vermişti.
Onurluydu. Yere düşen çiçeği eğilir alır, özenle sunardı ama hiçbir yasak, zor ya da çıkar önünde eğilmezdi.
Devlet Tiyatrosu'nun genel müdürleriyle arası hiç iyi olmazdı ama gene de rol dağıtımında en iyiler ona verilirdi. Bunun imasını yapmaya kalkışanlara "Çünkü ben aktörüm, rol dilenmem" cevabını verirdi. İkimizin arasında kod adı "kedi" olan sevgilisini, Muhsin Ertuğrul'u, İlhan Selçuk'u, Beklan Algan'ı ayrı bir yere koymuştu.
Aramızda çok yaş farkı vardı ama daha ilk gençlik yıllarından "büyümüş de küçülmüş olduğum" için diğerlerinin olduğu gibi Kerim'in de özel yaşamını bile paylaştığı yakın arkadaşıydım.
Genelde "kedi"sini sevdikten sonra kulübe gelirdi.
Sevginin, sevişmenin dumanı teninde tüterdi.
Kenara çekilip, rakılarımızı yudumlardık.
Üniversite bitti. "Eğitimde bir basamak daha" dedim. Fransa'ya gittim. Dönüşte İstanbul yılları başladı. Kerim'le neredeyse koptuk. Bu arada o da Esin Afşar'la boşanmış, yeniden evlenmişti.
"Kedi"siyle mi?
Bilemem. Çünkü adını söylemezdi.
Bundan birkaç hafta önce, Kanal D'ciler için düzenlenen bir gecede Kerim Afşar'ın damadı aktör Talat Bulut'la karşılaştık. Talat'la önce eşi Pınar'dan konuştuk. Hani Sanatsevenler Kulübü'ne Esin'le gelen ve onu öpenlerden sonra yüzünü kolonya ile silen küçük Pınar'ın eşi Bulut'la, Kerim'le olduğu gibi elimizde rakı kadehleri bir kenara çekildik, konuştuk. Kerim'in karaciğeri iflas etmiş.
Çok hastaymış.
Gitsem de beni tanıyamazmış. Yüreğim cız etti.
Kerim'i tanıdığımda simsiyah kıvır kıvır saçlarında sadece birkaç tel beyaz vardı. Dünkü gazetelerde gördüm, beyaz bıyıklar bembeyaz saçlar.

Cenazesinde gene bildiğimiz sahneler olacak diye düşündüm. Yitirdiklerimiz için onların kişiliklerine uygun cenaze törenleri yapamaz mıyız?
Dualar, şunlar bunlar tamam... Ama tıpkı bizim Sanatsevenler Kulübü'nü mekan tuttuğumuz yılların gecelerinde olduğu gibi Hayrettin Baytaş, İtalyanca kelimeler uydurarak operadan seçmeler söyleyemez mi? Kerim, tabutundan başını uzatıp o zamanlar olduğu gibi gene "Atıyorsun ama güzel söylüyorsun Hayrettinciğim" diyemez, omzunu da sevgiyle okşayamaz artık ama, olsun... Hiç değilse ölüm yıldönümünde kızı Pınar, hepimizi bir araya getirsin. Kerim'i, gönlünce ve gönlümüzce analım.