Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ankara’daki yoğun dış politika trafiğine tarihten bir ışık tutalım. İngiliz Büyükelçisi Abdülhamid’den huzura kabulünü arz eder.
İsteği masumdur.
Musul arkeolojik zenginliklere sahiptir.
İngiltere, oralarda kazılar yaptırtacaktır. Çıkacak çanak, çömlek değerli kalıntılar da bulundukları topraklarda bırakılacaktı. İngiltere’ye götürülmeyecekti.

Abdülhamid izni verir. Çünkü İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak istemektedir.
Şu gözlemi de ilginç.
"İngiliz elçisine inanmış göründüm. Ama Romanya’da petrol bulunduğunu duymuştum. O yüzden Sadrazam Halil Rafet Paşa’yı bu kazıları belli etmeden takibe aldırtmakla görevlendirdim.
Kazılar sürüyordu ama daha çok kuyular açılıyordu.
Bir gün İngiliz büyükelçi heyecanla huzura girerek, Musul çevresindeki kazılarda bulunduğunu söylediği bir kırık som altın kılıç getirdi."
Öykünün devamı ilginçtir.
Abdülhamid, güya kazılarda bulunmuş bu "kırık kılıcı" çarşı esnafından uzman kişilere gösterir.
"Kılıcın eski değil, eskitilmiş olduğunu" söylerler.
Abdülhamid, "İngilizlerin aradıklarının arkeolojik çanak, çömlek değil, petrol olduğunu anladım. Musul ve Bağdat’ta açtıkları kuyulara el koydum" diye yazar.

Ardından Abdülhamid’e Musul’da arkeolojik kazılar yapmak önerisi Almanya’dan gelir.
Kayzer Wilhelm’le siyasal flörtü nedeniyle izin verir. Ama asıl niyeti bildiği için yaveri Selahattin Efendi’ye Almanya’nın kazılarını da izleme emrini verir. Yaver Musul’a gider.
Abdülhamid’e gönderdiği raporda "Almanların petrol kuyuları açtıklarını" bildirir.
Abdülhamid anılarında "Kayzer bana gerçek niyetinin petrol aramak olduğunu bildirseydi, izni gene verirdim. Belki de çıkartacakları petrolü paylaşırdık" diye yazıyor ve ekliyordu.
"Ama eski eser arıyormuş gibi göstererek petrol aramak, Almanların Osmanlı’ya nasıl baktığını gösteriyordu."
Abdülhamid, gene de engellemedi. "Nasıl olsa Musul bizim. Çanak, çömleği verir, petrolü biz kullanırız" dedi.
Oradan Yaveri Selahattin Efendi’yi ABD’ye gönderdi. Fakat ABD ilgilenmedi. Çünkü ABD, bütün dünyaya yetecek petrol çıkarıyordu. Yaver Selahattin Efendi Japonya’ya gitti. Onlar da ilgilenmediler.
Sonunda Abdülhamid Almanların ve İngilizlerin buldukları petrolleri, kendi şahsi mülkiyetine geçirdi.
Ancak İttihat ve Terakki bu mülkiyet naklini iptal ettirmiş, Abdülhamid’e "Musul petrollerini, Maliye Bakanlığı’na bağışlayan" bir belge imzalatmıştı.
Belki...
Petrollerin mülkiyeti özellleştirilse, ailelere satılsaydı, İngilizlere ve Iraklılara geçmeyecekti.
Hususi mülkiyet, savaş hukukuna girmez.
Ama Birinci Dünya Savaşı sonrası ateşkes anlaşmasına rağmen İngiliz birlikleri Musul ve civarını işgal ettiler. Musul petrollerine, "Osmanlı malı" olarak el koydular.

İstiklal Savaşı’nın galibi olarak Mısak - ı Milli hudutları içindeki Musul’u Lozan Konferansı’nda alabilirdik.
Çünkü İngiltere hükümeti, "sırf Musul petrolü için galip genç Türkiye ile savaşı bir kez daha göze alamıyordu.
Halk da artık savaş istemiyordu.
Bunun gizli yazışma belgeleri daha sonra yayımlandı.
Ama Lozan görüşmelerinde Lord Curzon ülkesindeki bu psikolojiyi gizliyor ve yüksekten atıyordu.
İsmet Paşa da Ankara’ya gönderdiği telgraflarda "Musul için savaş çıkartmayalım. Bu sorunu zamana bırakalım. Barışı imzalayalım" mesajını veriyordu.
Ve ne yazık ki İngilizler İsmet Paşa’nın bütün bu telgraflarını günü gününe okuyabiliyorlardı.
Neden?
Lozan - Ankara arasında telgraf haberleşmesi Köstence üzerinden yapılıyordu. İngilizlerin Köstence’de köstebekleri vardı.
Telgraflar Ankara’dan önce Londra’ya ulaşırdı.
Churchill anılarında bunu adeta dalga geçerek anlatır.
Aradan neredeyse bir yüzyıl geçti. Gene Kuzey Irak, Musul ve Irak’a harekât konuşuluyor.
Türkiye, bu kez hadisenin kazanacağı kadar içinde, yitirmeyeceği kadar dışında kalmalı.