Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Avrupa Konseyi Türkiye ile ilişkilerini “askıya almanın” eşiğindeydi.
Durum ciddiydi.
Daha önce yaşanmış Yunanistan örneği tekrarlanabilirdi.
Yunanistan’da da albaylar ihtilal yapıp yönetime el koymuşlardı.
Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası hem Kıbrıs Rum yönetimi, hem Atina’daki albaylar cuntası düşmüşlerdi ama bu arada Avrupa Konseyi Yunanistan’ın ipini çekmişti bile.
***
12 Eylül askeri yönetimi de aynı duruma düşürülmek üzere olduğunu görüyordu.
“Demokrasiye dönüş” vaatleriyle zaman kazanmaya çalışıyordu.
Zaten yeni anayasayı hazırlamakla görevli Kurucu Meclis oluşturulmuş, çalışmaya başlamıştı.
Ancak...
Yeterli değildi.
Avrupa Konseyi “Anayasanın tamamlanıp halkoyuna sunulması ve seçimlerin tarihini” de kesinleştirmek istiyordu.
Vaatlere -pek de- güvenmiyordu.
***
Bunun üzerine politikacılardan ve gazetecilerden bir heyet devreye girdi.
Çoğu Avrupa Konseyi’nde de tanınan ünlü ve saygın isimlerdi.
Hatta...
Bazıları milletvekili olarak Avrupa Konseyi Meclisi’nde (o dönemdeki adı “Danışma Meclisi”ydi) parlamenterlik yapmış, 12 Eylül Darbesi’yle kapatılan TBMM’nin milletvekilleri, senatörleriydi.
“Kendilerini devirmiş olan 12 Eylül askeri yönetimine” bir bakıma “kefil” oluyorlardı.
“Türkiye’yi kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden atmayın, biz çok kısa sürede yeni anayasa yapılacağının ve seçimlere gidileceğinin garantisini aldık” mesajını veriyorlardı.
Adlarını geçiyorum.
İsteyen o dönemin gazetelerinde bulabilir.
Ben de Strazburg’daki Avrupa Konseyi’ne o grupla birlikte gitmiştim.
Ancak...
Sadece gazeteci olarak ve grubun etkinliklerini takip ederek yazmak üzere.
Avrupa Konseyi’ne “Türkiye’yi atarsanız/dışlarsanız generallerin çekinecekleri hiçbir şey kalmaz. Oysa eğer -pamuk ipliğiyle bile bağlı olarak- Türkiye’nin Konsey üyeliği sürerse demokrasiye geçiş umudu artar. Asker de Avrupa’dan kopmayı istemiyor/tehlikeli buluyor. Bu kartı elimizden düşürmeyelim.”
Sonuç...
“Başarılı olduklarını” söyleyebilirim.
.......................
Türkiye’nin yönetiminde ister darbeci askerler olsun, ister seçimle gelmiş sivil iktidarlar...
Hiçbir yönetim Avrupa Konseyi’yle, Avrupa Birliği’yle, NATO’yla, İnsan Hakları Mahkemesi’yle yollarının ayrılmasını istemez/göze alamaz.
Dışlanmanın riskleri ve tehlikesi büyüktür.
Buzdağının denizin üstünde kalan ve görünen hacminden çok daha büyük kısmının su altında olması gibi düşünün.
***
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’yle üyelik bağının bir kez daha kopma işaretleri verdiği bir süreçteyiz.
Bunun sinyalleri geliyor.
İşte...
Bu duyarlı takvimde Türkiye “Olağanüstü Hal” uygulamalarında Strazburg’u rahatlatmayı hedefleyen bazı adımlar attı ve açıkladı.
- “30 günlük gözaltı süresinin 7+7 güne indirilmesi...”
- “Gözaltı döneminde avukatla görüşme yasağının kaldırılması...”
- “OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonunun kurulması...”
***
Strazburg’daki “ufunetin” ne kadar alındığını göreceğiz.
Ama...
Bunlar -göreceli- “olumlu” adımlar.
Avrupa Konseyi, AB, AİHM... Onlarla ilişkilerin -netameli bile olsa- sürmesi Türkiye’de demokrasiye gene de gri bulutlar arasından ışıklardır...