Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Güneri CIVAOĞLU

Şöyle bir söylem var:
"İşte, toplumsal uzlaşım... İşte, demokrasinin hoşgörüsü...
Daha düne kadar kavga eden, birbirlerine taşlarla, sopalarla saldıranlar, görüyorsunuz ki, kol kola girmişler. Omuz omuza beraberler."
Bu sözleri, "türbanlı ve sakallı öğrencilerin birlikte eylem koymaları" bağlamında dinliyoruz.
Gerçekten...
İlk yaklaşımda kulağa hoş geliyor.
Ancak...
Ya bu görüntünün arkasında Anayasal Sisteme karşı organize tavırların işbirliği varsa... Eylemlerde yer alan gençlerin büyük bölümü, bu azınlık uçlar tarafından kullanılıyorsa...
Böyle kuşkuların irdelenmesi gerekir.
Ayrıca...
PKK yanlılarından, farklı başörtülerinin ve türbanların simgelediği çeşitli tarikatların uzantısı gençlere... Romantik sol şiddet örgütlerine kadar, bütün kanatlar, aynı ortak paydada toplanmşlardır.
Bu birbirinin gözlerini oymaya hazır grupları birleştirerek, ortak eleme itmek başarısını gösteren, basireti bağlanmış "devlet adına yönetim üslubu" da mercek altına yatırılmalıdır.

Bu eylemlerin arkasındaki hukuk kronolojisini ve zihniyeti, gençlik sayfamızdaki ve haberlerde Abbas Güçlü'nün yorumunda yer almakta.
Burada hadisenin sadece özünü yansıtalım.
12 Eylül yönetimi döneminde YÖK'ün 1982 tarihli genelgesiyle derslere başörtülü girilmesi yasaklandı.
Bu bağlamda açılan iptal davasını, Danıştay reddetti.
Başörtüsünün
yerini, bu kez "türban" adı altında takiyye örtünme aldı.
1987 yılında bu kez YÖK tarafından başörtünün takiyyesi gibi görülen türban da yasaklandı.
Onu da bir iptal davası ve Danıştayın red kararı izledi.
Ancak...
O günlerde de tıpkı şimdilerde olduğu gibi, başörtüsü ve türban yasağına karşı gösteriler başlamıştı, yaygınlaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Evren, gösterilerin üzerine gidiyor, ödün verilmesini istemiyordu.
1987 başlarında Çukurova Üniversitesi'ne giden Evren, türbanlıların gösterileriyle karşılaşmıştı.
Oradaydım.

Türbanlı genç kızlar etrafımı sarmış, inançları doğrultusunda giyinmek ve örtünmek özgürlüğü istediklerini söylüyorlardı.
O zamanlar, henüz aralarına sol fraksiyonların ve ayrılıkçı örgütlerin sızmaları gerçekleşmiş değildi.
Tarikatlar da çok pervasız değillerdi.
Onlara bu tutumlarını sürdürmenin bazı sakıncalarını yansıtmaya çalışmıştım.
Örneğin...
Tıp Fakültelerinde türbanlı öğrenciler, çıplak erkek kadavra üzerinde çalışmıyorlardı.
Erkek hastaya dokunarak muayeneden kaçınıyorlardı.
Beni anlayışla dinlemişlerdi.
Kısacası...
Siyasi islamın daha sonra yangına dönüşecek kıvılcımları o zaman uçuşmaya başlamıştı, ama gençlerin çoğunluğu henüz gövde gösterisi havasında değildi.
Devrin Başbakanı Özal,
bu sancıları gidermek üzere bir yasa çıkardı.
Başörtüsü ve türban yasağını kaldırdı. Meseleyi mesele olmadan çözmek istemişti.
Ancak...
Yasa, iki yıl sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildi.
Yeni bir yasa ve yeni bir iptal daha...
O tarihten sonra bütün yürütmeyi durdurma ve iptal istekleri reddedildi.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi de bu yoldaki başvuruları geri çevirdi.
Yani...
İç ve dış hukuk kurumları aynı çizgide buluştular.
Fakat...
Sorun, daha da büyüyerek günümüze geldi.
Bir devlet yönetimi düşününüz ki, neredeyse her semtte kız öğrencilerin de devam ettikleri İmam Hatip ortaokulları ve liseleri açıyor.
Daha parmak kadar çocuklar, boylarından uzun başörtülerini taşıyarak, bileklerine kadar uzanan pardüseler altında gizlenerek yaşamaya alışıyorlar.
Sonra...
Üniversiteye gelince "burası laik Türkiye, başını açmayan giremez" deniyor.
İsmet Paşa sağ olsaydı, "hadi canım sende" derdi.
Böyle bir sosyal dev dalgayı oluşturacaksınız, sonra da bunun Anayasa'nın laiklik burçlarına vurmayacağını sanacaksınız.
Olmaz öyle şey!..

Aslında...
Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın Ocak 1998 tarihli genelgesi...
Bu genelgenin ışığı altında İstanbul Üniversitesi Rektörünün, sakallı ve türbanlı kimlik kartları ile fakültelere ve sınavlara girişini yasaklayan kararı, gösterilerin bahanesidir.
Başka bahaneler de olacaktı.
Çünkü...
Artık, hareket büyümüştür.
Arkasında siyasi partileri, dernekleri, teorisi, kitapları, örgütü, finans kaynakları, dış bağlantıları...
Herşeyi vardır.
Önemli olan...
Artık, yasal zorlamalar ve polisiye önlemlerle, alevleri daha da yaygınlaştıracak sert rüzgarlar estirmek değildir.
İnançlarının doğrultusunda, mütedeyyin gençleri giysileriyle sorgulamamak, yargılamamak ve onları diğerlerinden, yani provakasyon odaklarının etki alanından çıkartmaktır.
Türbanlı öğrenciler, eğer birileriyle kol kola girecekse, bunlar yeraltı örgütlerinin militanları değil, okumak için üniversiteye devam eden laik, demokrat, hoşgörülü gençler olmalıdır.
Onlar, tekkelerin ağından hoşgörüyle, sıcaklıkla kurtarılmalıdır.
Dünyanın hiçbir batı demokratik ülkesinde böyle giysi zorlamaları yoktur.
Her yasak, bir direnişin ve provakasyonun çekim alanıdır.




Yazara Email G.Civaoglu@milliyet.com.tr