Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Terörün sosyolojisi ile ilgilenen bilim dalı, Uyuşmazlıkların Çözümü (conflict resolution) ana başlığı altında toplanıyor. Bu alanda yapılan uluslararası toplantılar, sunulan bildiriler ve yayınlanan makalelerin sayısı neredeyse tıp alanındakilere yetişiyor. Sebebi ulusların, çatışmalarla dünyaya yeniden şekil verme çabalarından bıkması olmalı. İnsanlık
barış istiyor.
Uyuşmazlıkların Çözümü alanındaki ilk çalışmalar, 1914’de başladı. Bu disiplinin ilgi alanı resmî aktörler (devletler) arasındaki uyuşmazlıklardan, resmî olmayan aktörlere doğru genişledi. Başka bir ifadeyle, kimine göre terör örgütü, kimine göre özgürlük savaşçısı oluşumlara. Bir dili konuşanlar, bir dine inananlar, bir mezhebe bağlı olanlar, bir etnik gruba mensup bulunanlar, bu dile, dine, mezhebe ve etnisiteye getirilen yasağın kaldırılması için taleplerini şiddetten başka bir yolla bildirme imkanı bulamayabilirler. Türkiye’de örneğin, 1920’de Birinci Meclis’te kurulmuş büyük uzlaşma ile Türk ve Kürt halkı, el ele yeni cumhuriyeti inşa ederken, birden masalar devrildi; anlaşmalar çöpe atıldı ve “Kürdistan mebusları” kendilerini “Tunceli Saylavı” olarak buldular.
Bu ret ve inkar siyaseti,
bir süre sonra meşru taleplerin gayrimeşru yollarla ifadesine sebep oldu.
Örneği tartışmak, ilkeyi gözden kaçırmaya sebep olabilir; yukarıdaki hüküm cümlesinin anahtarı “sebep olmak” kelimeleridir. Uyuşmazlıkların Çözülmesi alanında çalışan bilim insanlarına göre, terörün mutlaka bir sebebi vardır. Sadece bir kişinin öldürülmesini dahi haklı gösterecek bir durum olamaz. Ama insanoğlu, bazen şiddetten, terörden, “ötekini” yıldırmaya çalışmaktan başka çare kalmadığına inanır. Nitekim 2002 demokrasi ve liberalizm devrimi ile yürürlüğe konulan Kürt Açılımı ve Çözüm Süreci, ret ve inkar politikasının yarattığı sebepleri ortadan kaldırarak, PKK terörünün hiç bir gerekçesi kalmamasını sağlamıştı. Ta ki, malum birilerinin, bu örgütün yeniden silaha sarılmasına ve hendek savaşına kalkışmasına sebep oluncaya kadar.
Bu çerçeveden baktığımızda, sormamız gereken soru “Şam ve Irak’ta İslam Devleti” (Deaş) isimli terör örgütünün, Musul ve Rakka’dan çıkartılması, bu örgütü yok edecek midir?” değil; “Deaş’in varlığına görünürde veya gerçekten sebep olan unsurlar kalkmış mıdır?” olmalıdır. Bir teoriye göre (ki bu satırların yazarı da bu kurama inanmaktadır) Deaş’ın varlığına, şu anda kendisini yok etmek için mücadele eden koalisyonun kurucu ortakları yol açmıştır. (Bu konuda emare veya ikincil kanıtlar mevcuttur; İran ise elinde belge olduğunu öne sürmektedir.) Ama her sosyal olay gibi terör de zamanla kendi dinamizmini kazanır. Irak’ta ve Suriye’de bu ülkelerin halkının tümünü tatmin eden bir siyasal çözüm bulunmadan, beş yıldır petrol satarak, her iki ülkenin elinde tuttuğu her türlü imkanını kullanarak, dünyanın en zengin terör örgütü olan Deaş’ın bin, iki bin üyesini katletmekle sona ereceğini söylemek, olsa-olsa başkalarını kandırma amacı taşır.
ABD ve koalisyon ortaklarının Deaş’ı yok etme çabasının sonunda neye
varacağını irdelemeye devam edelim.