İsmail Özcan

İsmail Özcan

Tüm Yazıları

İnsanımızda, toplumumuzda ve toplumumuzun farklı politik, ideolojik ve dini görüşteki kesimleri arasında genel olarak derin bir dar görüşlülük egemen. Ne bireylerin ne de politik, ideolojik ve dini grupların birbirlerinin farklı düşüncelerine, farklı görüş ve kanaatlerine saygısı var. Her kesimin birbirine tahammül esnekliği dibe vurmuş durumda. Daha da kötüsü paralel görüşteki toplum kesimlerinin kendi içlerinden çıkan farklı seslere de tahammülü yok.

Bu yazıda yalnızca dindarlarda, dini çevrelerde var olan derin hoşgörüsüzlükten, diğer bir ifadeyle bağnazlıktan; kendi içlerinden çıkan farklı seslere, farklı yorumlara bile tahammülsüzlükten söz edeceğiz.

Haberin Devamı

Dinler tarihinde en baştan beri belli kişi ve grupların kendilerini dini anlama ve yorumlama tekeline sahip olarak görmeleri, başka türlü anlama ve yorumlama girişimlerini sapıklık saymaları, din alanının iyi bilinen gerçeklerindendir. Bu yüzden çok büyük haksızlıklar, zulümler yapılmış; işkenceli cinayetler işlenmiştir. Stefan Zweig’ın son zamanlarda büyük bir ilgi uyandıran, “Vicdan Zorbalığa Karşı” adlı önemli kitabı, 16. Yüzyılda Avrupa’da din üzerindeki bu tekelci yorum anlayışının sebep olduğu insanî trajedi tasvirleriyle doludur.

Bu tekelci yorum anlayışı her devirde Müslümanlar için de geçerli olmuş; bu yüzden bizim tarihimizde de din/mezhep ihtilaf ve çatışmaları hiç eksik olmamıştır. En büyük ve en uzun ömürlü Müslüman devlet olan Osmanlıda dinsel taassup her zaman baskın konumda olmuş; ilerici, yenilikçi hiçbir sese, yoruma, açılıma izin verilmemiştir. Dinsel alandaki yenilikçi, ilerici açılımlar bastırılınca, toplumda din her şeye egemen olduğu için askeri, siyasi, iktisadi alanlardaki çağa ayak uydurma girişimleri de başarısız olmuştur. Osmanlıda din alanındaki bu taassup günümüzde de olumsuz rolünü sürdürmekte, çağa ayak uydurma çabası güden her ses, her adım, her girişim sapıklıkla suçlanmaktadır.

 En başta İslam dininin kendi istikbali ve çıkarı için, sonra da bütün Müslüman toplumların çıkarı için herkesin, öncelikle de yetkin din bilginlerinin ve ilahiyatçı akademisyenlerin özgün ve yenilikçi düşünce ve görüşlerini bir engelle karşılaşmadan açıklayabilmesinin önü mutlaka açılmalıdır. Düşünce ve kanaatleri kısıtlamaların, engellemelerin egemen olduğu bir ortamda toplumların muhtaç olduğu hiçbir gelişme ve ilerlemenin sağlanması mümkün değildir. Bugünün Batı’sı temsil ettiği bütün değerleri her şeyden önce bu ortamı sağlayabilmiş olmasına borçludur. Müslüman dünya için de başka bir çıkar yol yoktur.

Haberin Devamı

Bugün ülkemizde kişiselliğe, bireyselliğe hiç hak tanımayan; geleneğe ve genel kabule aykırı görüşlere, açıklama ve yorumlara anında itiraz eden; bunları seslendirenlere sık sık linç ve ölüm fetvaları çıkaran yapıların başında dini örgütler geliyor. Bunların da başında mezhepler, tarikatlar ve cemaatler yer alıyor. Bu oluşumların önderleri, temsilcileri; beğenmediği, kendi kabulüne aykırı bulduğu bir ses, bir yorum, bir çıkış söz konusu olduğunda onların sahipleri aleyhinde derhal yoğun bir kampanya başlatıyorlar.

Haberin Devamı

            Bu kampanyalarda farklı sesleri, çıkışları irdeleme; bunların sahiplerinin düşüncelerini, meram ve makatlarını anlama çabası hiç olmuyor. Kendilerine göre bu farklı sesler ve sahipleri mutlaka kötü niyetli, mutlaka sapık oluyorlar. İnananların kafasını bulandırıyorlar. Yeni yorum arayışındaki ilahiyatçıların bütün dünyada Müslümanların yaşadığı sancılara bir çare, içinde bocaladığı problemlere bir çözüm olabilecek bir arayış çabasında olabileceğini akıllarından bile geçirmiyorlar. 

Geleceğin toplumları; farklılıkları karşılıklı saygı ve barış içinde bir arada yaşatmayı başaran; kimsenin kimseye, bir kesimin diğerine bir dayatmada bulunamayacağı demokratik çoğulcu toplumlar olacaktır.

Günümüz Batı toplumları bu amaca önemli ölçüde yaklaşmışlar; ne kadar farklı, ne kadar aykırı olursa olsun her türlü inanç, düşünce ve felsefeye saygıyı, en azından tahammülü başarmışlardır. Müslümanlar da bunu başarana kadar ne yazık ki krizler içinde bocalayıp duracaklardır.

 

Din büyüklerinden özlü sözler

GÜNAH - GÜNAHKÂR

Gülerek günah işleyen ağlayarak cehenneme girer.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Günahtan sakınmak, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.

Hz. Ömer

Kötü yolları öğrenmemen için günahkârlarla sohbet etme.

Hz. Ömer

Günahtan korkmayan ile düşüp kalkmak, kıyamet gününde insana utanç olur.

 İmam Şafiî

Sahibine üzüntü veren günah, sahibine gurur veren ibadetten hayırlıdır.

 Ata-i İskenderi

Günah işlediği zaman üzüntü değil sevinç duyanların hali, günah işlemekten daha beterdir.

Mansur bin Ammar

Hayret ederim o kişiye ki, hastalık korkusuyla yemekten perhiz eder de, cehennem korkusuyla günahtan perhiz etmez.

Yahya bin Muaz

Allah’tan korkan günahkâr, ibadetine güvenen âbidden daha makbuldür.

 Sâdî

Kıssadan hisse

 

KARAMANIN KOYUNU,

SONRA ÇIKAR OYUNU

Dilimizde bir deyim var. “Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu” diye. “Şimdilik iyi gidiyor gibi görünen durumun ardından neler çıkar, nasıl bir istikamet kazanır belli olmaz” anlamında kullanılan bu deyimdeki “ koyun” sözünü çoğu kimse şimdi il olan Konya’nın Karaman ilçesinin davar olan koyunu sanır. Aslında bu koyun başka koyun, insan koynu yani göğsü.

Osmanlı tahtında henüz Fatih sanını almamış Sultan Mehmet bulunuyor ve Fatih olma yolunda hazırlıklar sürdürüyordu. Bizans’a saldırmadan önce imparatorluğun sınırlarını güven altına almak istiyordu.

Karaman Beyi Karamanoğlu II. Mehmet ise ikide bir pürüzler çıkarıyor, sınır ihlalleri yapıyordu. Bir iki defa affedilmiş fakat uslanmamıştı. Nihayet Sultan Mehmet Ordu ile Konya üzerine yürüdü. Karamanoğlu, Konya ovasındaki çadırında Osmanlı komutanı Beyazıt Paşa tarafından ansızın enselendi ve genç padişahın huzuruna çıkarıldı.

Karamanoğlu, Sultan Mehmet’in ayaklarına kapanıp affını istedi. Fazla olarak sağ elini göğsü üzerine koyarak “Bu can bu tende bulunduğu müddetçe Osmanlı ülkesine kötü gözle bakmayacağım!” diye bir de yemin etti. Geleceğin Fatih’i âlicenaplık gösterip Karamanoğlunu yine affetti. Üstelik kendisine hil’atler (kaftan), atlar hediye etti. Fakat Karamanoğlu II. Mehmet Fatih’in çadırından ayrılıp biraz uzaklaşır uzaklaşmaz yanındakilere “Benim Osmanlıya düşmanlığım kıyamete kadardır.” dedi. Adamları “ Ama beyim yemin ettiniz, bu can bu tende iken” diye hatırlattılar.

Karamanoğlu, yemin ettim; ama koynumdaki güvercin üzerine. Güvercini uçurdum, yeminim de kalktı.” diyerek söz vermesinin bir hile olduğunu itiraf etti.

 

Ramazan fıkrası

BU NASIL MEMLEKET?

Şinasi Nahit Berker, 1950’li yıllarda bir Kurban bayramı öncesinde, Gümüşsuyu’nda oturan bir arkadaşında yatıya kalmış. Fakat bütün gece konuşmuşlar, hiç uyumadan sabah etmişler. Şinasi Nahit, artık o saatten sonra uyumayıp önce evine sonra işine gitmek üzere arkadaşının evinden ayrılmış. Gümüşsuyu’ndan Taksim’e çıkarken boş bir arsada, Anadolu’dan Kurban bayramı için getirilmiş bir koyun sürüsü görmüş. Koyunların yiyecek bir şey bulabilmek için sağa sola saldırdıklarını görünce, sahipleri henüz uyumakta olan sürüyü önüne katıp İstiklal Caddesi girişinde bulunan Fransız Konsolosluğunun diz boyu ot bulunan bahçesine salıvermiş. Bu sırada konsolosun hanımı uykudan yeni kalkmış, pencereyi açmış hava alıyormuş. Bahçeyi bir koyun sürüsünün doldurduğunu görünce Fransızca, “Kim getirdi bu sürüyü buraya?” diye bağırmış. Şinasi Nahit de Fransızca olarak, “Merhamet edin madam, bu koyunlar kaç gündür aç, buradaki otlar ziyan olacağına koyunlar yesin!” diye karşılık vermiş. Bu açıklama üzerine kadın daha büyük şaşkınlık göstermiş: “Tanrım, bu nasıl memleket, çobanları bile Fransızca biliyor!”