“Amy” belgeselini izledim ve sinemadan çıkar çıkmaz kendime başlıktaki soruyu sordum. Çünkü Amy Winehouse ölmedi, resmen adım adım ölüme gönderildi
Mutlaka izlemeniz gereken bir belgesel film “Amy”. Bu, bir “şarkıcının inanılmaz hayat öyküsü” tarzı bir film değil. Meşhur sanatçıya methiyeler düzen bir resmi biyografi de değil. Bu bir insan hikayesi. İçinde herkesten bir parça var.
Bu bir belgesel. Ve konusu insan. Müzik sev ya da sevme ama izle. Olaylar, görüntüler, sesler her şey gerçek. İnsanlar gerçek. Yaptıkları gerçek. Acılar, sevinçler, hayal kırıklıkları, zaferler, yenilgiler, yalnızlıklar, korkular gerçek. Bunlar yaşandı. Bunlar hep yaşanıyor. Her yerde yaşanıyor.
-MItchell WInehouse:Amy Winehouse’un babası. Küçükken aileyi terk eden, Amy ünlü olduktan sonra tekrar sahneye çıkan bir baba. Kızı ikinci rehabilitasyonundayken, doktorlar “Bir daha uyuşturucu kullanırsa ölebilir, çok dikkatli olun” derken o kendi belgeselini çekme peşinde tedavideki kızının yanında kameralarla dolaşıp hikayeler anlatıyor. Amy şöyle diyor: “Baba neden benim hayatımı kendi hayatın gibi anlatıyorsun?” Kendini kızından önemli sanan, onunla ego yarıştıran bir baba.
-Raye Cosbert:Amy Winehouse’un son menajeri. Amy’nin ayakta duracak hali yok. Göstermelik rehabilitasyonlar işe yaramıyor. Ciddi tedavi lazım. Babayla menajer hâlâ “Sen iyisin, iyileştin” diye diye konser üzerine konser dayatıyorlar kıza. Amy şarkı söyleyemiyor, zaten istemiyor da. Mutsuz. Yardıma ihtiyacı var. Kimse onu anlamıyor. Giderek daha kötü ve yalnız hissediyor. Hissettikçe daha çok uyuşturucu kullanıyor.
-Blake FIelder:Amy Winehouse’un 2007-2009 yılları arasındaki kocası. Tipik bir kaybeden, işsiz güçsüz cool görünümlü bir Camden delikanlısı. Amy Winehouse’un ona olan koşulsuz aşkı, parası ve imkanları sayesinde bolca uyuşturucu ve parti ortamı bulmanın keyfini yaşıyor. Amy’ye yardım etmek, destek olmak şöyle dursun; eroin, crack ve kokaine alıştırıyor. Amy’nin ölümüne giden yolda taşları döşeyenlerden.
Leş kargaları gibi Amy’ye üşüşüyorlar
-Magazin basını:İğrençler. İngiliz ve Amerikan magazin basını çok ama çok büyük bir pislik yuvası. Leşe üşüşen kargalar gibi Amy’ye üşüşüyorlar. Televizyonlarda hakkında iğrenç şakalar, espriler yapılıyor. Ve herkes bunlara gülüyor. Herkes Amy’nin yaşadıklarını pop yıldızların sıradan gündemde kalma numaraları olarak görüyor. Nitekim pop yıldızları magazin basınıyla anlaşmalı işler yapar. Basın ve sanatçılar bu kirli ilişki içinde birbirlerinin sırtını sıvazlarlar. Ama Amy kesinlikle onlardan biri değil. İşte o yüzden
daha da fena saldırıyorlar ona.
ya da konser biletini satın aldılar ya da internetten korsan şarkılarını indirdiler veya Youtube’da bir videosunu izlediler diye sanatçının kendilerine borçlu olduğunu düşünürler. Onu sahiplenirler. Bu kesinlikle basit bir sevgi ilişkisi değildir. Aksine hastalıklı bir hayal âlemidir.
Kadıncağız festivalde sahneye çıkıyor ve şarkı söyleyemiyor. Belli ki bir sorunu var. Ve aşağılık seyirciler “Paramı geri ver, yuuuh” diye bağırmaya başlıyor. Kalabalıklar bir anda vandal, vicdansız, kalpsiz ve ahlaksız vahşi kitlelere dönüşebiliyor. Bir konserde bile.
100 yılda bir gelen yetenek, çok yazık
Amy Winehouse hiçbir şarkıcıya, stara, pop yıldızına benzemeyen çok özel biri. Çok kırılgan, çok gerçek, kendine çok güvensiz, çok yalnız ve çaresiz biri. İnanılmaz müzik yeteneği sadece sesiyle ilgili değil. Gitarı nasıl çaldığına bakarsanız anlarsınız. Yazdığı sözlere bakarsanız anlarsınız.
Bu kadının müzikle olağanüstü özel bir ilişkisi var. Gerçekten şanla, şöhretle hiç alakası yok. Global müzik endüstrisinin evcilleştiremeyeceği türden birisi. Zaten evcilleşmedi. Para ve şöhret için her şeyden vazgeçenlerin aksine, sevmediği bir hayatı yaşamayı reddettiği için onu genç yaşta ölüme götüren bu süreci yaşadı. Böylesi büyük yetenek insanlığa 100 yılda bir gelir. Çok yazık.