Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Burası yapay göl mü?” Madonna (Suada’da yemek yerken söylediği iddia edildi); “Tepede ay var, yanda nehir akıyor” Axl Rose (İstanbul konserine bir buçuk saat geç çıkmasının ardından seyircilerin gönlünü alırken); “Kasaba sanıyordum İstanbul’u ama burada büyük bir şehirleşme ve endüstri var. Her yerde çok bina var böyle beklemiyordum” Megan Fox (Reklamda oynamak için geldiği İstanbul’da Saba Tümer’in sorularını yanıtlarken...) Madonna adaya mı yapay dedi yoksa boğazı mı göl sandı tam anlaşılamadı. Hayranları “Madonna öyle şey yapmaz, gazeteciler gene ortalığı karıştırdı” diye veryansın ediyor, buna inanmayanlar Madonna’ya sövüyor. Ne dediği aslında detay. Konu Madonna da değil. Çünkü genel olarak hepimiz biliyoruz ki pek çok dünya starı ciddi cahil. Kendi şehirlerinin hatta mahallelerinin dışında en ufak bilgileri yok. Hint Okyanusu’nu göl, Rusya’yı bir dağ köyü, Paris’i beş yıldızlı turistik otel ve alışveriş merkezi sananları da vardır.

İstanbul’a geliyorsun, bir ton para alıp konser veriyorsun, profesyonelsin, şöylesin böylesin. O halde işinin ve pozisyonunun gerektirdiğini yap, bir zahmet kendine bir danışman falan bul ya da -çeviri Türkçesiyle- “profesyonel yardım” al ve öğren. Hiçbir şey yapamıyorsan Google’a gir. Bize saygı duymuyorsan bile yaptığın işe saygı duy.

Burası İstanbul. Dünyanın en büyük metropollerinden biri. Ortasından deniz geçiyor. Bunun adı sizin dilde ‘Bosphorus’. Biz kısaca ‘Boğaz’ diyoruz. Bir tarafı Avrupa diğer tarafı Asya. Bu şehrin karakteristik özelliklerinden biri bu zaten.

Aynısını bizden biri yapsa cahil diye damgalar, günlerce demediğimizi bırakmayız. Avrupalıların Asyalıların falan değil belki ama bu Amerikalıların kibirli cahillikleri gerçekten efsane. Eskiden belki “havalı” falan bir şeydi bilemiyorum ama artık gülünç kaçıyor.

Geçen aylarda “Touch” ve “Heroes” dizilerinin yapımcısı Tim Kring’in katıldığı bir telekonferansta bulunmuştum. 11 Eylül’den sonra Amerikalıların dünyaya dair algısının değiştiğini yazmıştı. Özetle “Kendimizi dünyanın merkezinde görmekten vazgeçtik, başka halkların da olduğunu onların da bizim gibi şehirlerde bizim gibi hayatlar yaşayabildiğini, işleri ve aileleri olduğunu, farklılıklarımıza rağmen ortak yönlerimiz olduğunu fark ettik” demişti. Eğlence işinde olan ve yaptığı işleri dünyaya seyrettirmek için uğraşan birinin gözünden anlamlı cümlelerdi. Anlaşılan daha katedecek çok mesafesi var Amerikalıların. Kısaca “Bırakın bu ‘Los Angeles’tan başka yeri bilmeyiz, ne gerek var’ ayaklarını komik oluyorsunuz” demek geliyor insanın içinden kibirli cahillere.

Haberin Devamı

Biraz dersinize çalışsanız

Haberin Devamı

Madonna’nın Boğaz’ı yapay göl sandığı yazılınca akla dersini çalışmayan diğer Amerikalı ünlüler geldi...

İşte bundan bahsediyorum

Kimi İstanbul’u kasaba zanneder, kimi Boğaz’ı nehir. “Bırakın bu ‘Los Angeles’tan başka yeri bilmeyiz’ ayaklarını komik oluyorsunuz” demek geliyor insanın içinden bu kibirli cahillere.

“Özel bir uçakla saat 20.30’da Abu Dhabi’den İstanbul’a çocukları ile beraber gelen Madonna uçaktan inişte kırmızı halıyla karşılandı. Ekibinde bulunan görevli bir kişinin elinden tutarak uçaktan inen Madonna daha sonra apronda kendisini bekleyen araçla havalimanından ayrılarak
konaklayacağı otele hareket etti. Üzerinde spor kıyafetleri olan Madonna’nın el ve
kolundaki kırışıkları dikkat çekti.

Haberin Devamı

Madonna için küçük, bizim için büyük bir adım!


Hava alanından sonra kalacağı Çırağan Oteli’ne yerleşen Madonna daha sonra tekne ile Suada’daki G Balık Restoran’da yemek yedi. Yabani Ege otu tabağı, patlıcan salatası, kurutulmuş balık, iki ayrı yeşil salata tercih eden ünlü sanatçı ayrıca, dülger balığı ve uskumrunun tadına bakmayı da ihmal etmedi. (Kimi kaynaklara göre uskumru değil levrek ve çiroz yediği iddia edildi). Yemeğin sonunda ise papatya çayı istedi. Sevgilisi dansçı Brahim Zaibat sanatçının elini yemekte bir an olsun bırakmadı.”


İşte tam da bundan bahsediyorum.
Konu Madonna olunca artık kimse müzikten bahsetmiyor. Sırf bizde değil dünya basınında da durum bu. Son albümünün vasat olduğunu, son 10 yıldır (2000’deki “Music” bence son iyi albümüydü) kendini ciddi şekilde tekrar etmekte olduğunu, artık müzikten çok “iş” yaptığını, kimse yazmıyor. Biz yazınca kötü oluyoruz. Kişiliğine, gemişine saygımız var, yeteneğinden şüphemiz yok, ama durum bu. Bir zamanlar kahramanlarınız arasında olan insanların zamanla birer markaya dönüşmesinin sonuçları bunlar.

CUMARTESİ ALBÜMÜ

“Magic Hour” Scissor Sisters

Şu ara eğlenceli, derdi tasası olmayan, hafiften sabun köpüğü bir albüm arıyorsanız buldunuz. Amerikalı dans/pop ekipi Scissor Sisters’ın yeni albümü “Magic Hour” albümü lafı hiç dolandırmıyor daha girişteki “Baby Come Home”dan veriyor coşkuyu. Özellikle Bee Gees tarzı 70’ler pop-disco havalarını ya da 90’ların Erasure ritimlerini sevenler bunu kaçırmasın bence. Rokçı ağır abilerin dergisi Uncut’ın 100 üzerinden 80 verdiği bir albüm bu aynı zamanda, onu da belirtmeden geçemeyeceğim.

Yora ile tanıştınız mı?

“Sonunda beklenen albümlerini çıkardılar” kalıbı vardır ya. O kalıbı Yora için kullanabilirim. Artık bir albümleri var. Geçen yıl “Bugün” isimli beş şarkılık bir EP yayımlamış ve dinlenmek üzere Soundcloud’a koymuşlardı. Bu albümde yedi yeni şarkı ve EP’de yer alan Karşılaşma II’nin akustik versiyonu var. İngilizce yazılan “Home” dışındaki şarkılar Türkçe.


Her zamanki enstrümanlar, gitarlar, bas, davul, klaveyeler, synthe’ler vesaire ama işte insan bunları nasıl kullanacağını ve bu aletlere nasıl ince ayar çekeceğini bilirse bambaşka bir müzik ortaya çıkarabiliyor. Yora’nın müziği herkesin kendi kafasına göre takılıp birbirini asla dinlemediği Türk rock gruplarından hayli farklı. Kimse kendi enstrümanında şov yapma derdinde falan değil. Ben bu anlamda dünya çapındaki indie gruplarının müzik anlayışını görebildim bu albümde.
Elinizin altında olmasını isteyeceğiniz bir albüm bu. Onları tanıyan ve beğenen küçük bir kitle olduğunu biliyorum, umarım tanımayanlar da bu albüme bir ilgi gösterirler.

İTİRAF EDİYORUM

Yazın gelmesinden memnunum ama yazla birlikte gelen ‘bıyıklı, şortlu espadrilli adam’ enflasyonundan dolayı endişeliyim. Geçenlerde Asmalımescit’te bir partiye gittim tektipliğe şaştım kaldım. Benden başka neredeyse bütün adamlar bıyıklı, şortlu ve espadrilliydi. Moda yazarlarını ve tasarımcılara sesleniyorum, “hipster” adamlara farklı bir üniforma geliştirmenin zamanı geldi de geçiyor.


Bir zamanlar ‘paralel telefon kültürü’ diye bir şey olduğunu unutmuştum, geçenlerde bir sohbette hatırladım. “Paralelde biri mi var?” “Abi paralele geç şimdi açıyorum telefonu vs...” Bkz. Paralel çektirmenin lüks
olduğu günler.

İşe yarayan bir web sitesi daha önereyim diye ne zamandır kıvranıyordum sonunda buldum. Gongolive.com adresine girdinizi mi bilmiyorum ama bir kafayı sokup bakın. Bütün kültür sanat etkinliklerini organize edip işinizi kolaylaştırıyorlar kendileri.

Bir itiraf daha: İsmet Berkan’ın kişisel blogu http://ismetberkan.blogspot.com yazılarını sollayabilir yakında...