Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Lüks kafelerde otururlar, deniz gören yalılarında Boğaz’a nazır villalarında otururlar. Ellerinde akıllı telefonlarıyla ahkâm keserler, yalan söylerler... Bunlar sadece varsın demlensinler.”
Yıl 2014. Konuşan Başbakan. Ama manzara 70’lerdeki Türk filmi. Eksikleri tamamlayalım. Boğaz’a nazır villada oturan kalantorun evinde avizeler, oymalı kakmalı koltuklar da var. 24 saat robdöşambr ve elinde viskiyle dolaşır. Kötülük yapar. Fakirleri aşağılar. Başbakan’ın bu tabloya katkısı, ağızdaki puro gitmiş, ele akıllı telefon gelmiş. Kötülük 140 karaktere bürünmüş. Twitter, Boğaz’a karşı viski yudumlayan “zengin-kötü”lerin kullandığı bir aygıt olarak sunuluyor. Yeni Türkiye bu olsa gerek.
Bu, Anadolu insanının gözünde İstanbullu “seçkin”in görüntüsü. Bu klişe, bu kötülük karikatürü bugün de aynen devam. İşe yarıyor mu? Valla yarıyor.
Başbakan zekice bize çok iyi bildiğimiz bir Türk filmini izletiyor. O filmlere hepimiz aşinayız. Hepimiz o patrondan nefret ediyoruz. Hepimiz fakir ama onurlu gencin yanındayız.
Ben bu klişeler eski Türkiye’de kaldı sanıyordum. Mesela eskiden “çember sakallı” kötü dindar vardı. Ya da yobaz köy hocaları, imamlar. Onlarla el ele ağalar. Onlar yüzünden hayatları kayan saf köylüler, birbirine bir türlü kavuşamayan âşıklar. Bu filmlerde de hep âşıkların yanındaydık tabii ki.
Fötr şapkalı smokinli siyasetçi vardı. Ahlaksızlığın sembolüydü. Üçkâğıtçı, ahlaksız, yozlaşmış banker vardı, ceplerinden para dökülen purolu patron vardı Gırgır’da. Yırtık pantolonlu, tulumlu, arka cebinde bir İngiliz anahtarı olan işçi, kasketli hırkalı, örgü yelekli köylü. 90’larda “T” cetvelli öğrenci, siyah tişörtlü, uzun saçlı, kedi kesen metalci genç. Toplumu bu klişeler üzerinden sınıflandırmak bitecek diye ümit ediyorduk biz.
28 Şubat döneminde tarikatçı hoca klişesi vardı. Karanlık suratlı kazma dişli, kafası sarıklı kötülük timsali. Devletin düşman gösterdiği “gerici” klişesiydi bu. Başörtüsü de aynı zarfın içindeydi. Müslüm Gündüz’ü, Hasan Mezarcı’yı, Şevki Yılmaz’ı hatırlayın. Dindar kişi ya da din dendi mi devlet bu klişeyle çıkıyordu karşımıza.
Bugün hedefteki klişe değişti. Boğaza nazır tweet atan halkına düşman zenginler ve seçkinler. Sanatçı, işadamı, beyaz yakalı, gazeteci, eğitimci, doktor, profesör fark etmez. Hepsi Boğaz’a karşı demlenen kötü adamdır. Onlar bizden değil. Onlar düşman.
Devletin 2000’lerde seçtiği bu hedef, bizzat Başbakanının ağzından uzunca süredir dile getiriliyor.
Ha bire yeni Türkiye’yi burnumuza sokanlar, ağzımızı açıp iki eleştiri yapsak “Yok öyle, burası yeni Türkiye” diye lafımızı kesenler aslında bir yalanı yaşıyorlar.
Siyaset açısından yeni Türkiye falan yok, eski Türkiye, eksi klişeler, eski dil, aynı tas aynı hamam, aynen devam.
Gerçek şu ki meydanlarda gaz yiyenlerin, Nuri Bilge Ceylan’ın ödülünü adadığı ölen gençlerin Boğaz’a nazır yalısı yok. Başbakan’ın çalışma ofisi Boğaz’a nazır. İkincisi inşa ediliyor, o da Boğaz’a nazır. Bu klişeler bumerang gibi bazen döner dolaşır sizi vurur.

Haberin Devamı

Büyük ve güçlü Türkiye

Haberin Devamı

Her tarafta gerginlik. Ufacık bir kıvılcımla bomba patlayacak sanki. Herkes sinirli, herkes dolu, herkes depresyonda, herkes gerili yay gibi. Ağzımızın tadı yok. Her şey ikiye bölünmüş durumda. Gri alan kalkmış, hayat siyah beyaz. Ya bizdensin ya onlardan basitliği. Ya dostumsun ya düşmanım sığlığı. İşin aslı ne sen mutlusun, ne öteki. Mutlu olan da söylemeye utanır oldu. Ortam böyle. Öte yandan ha bire bir büyük ve güçlü Türkiye edebiyatı...
Ben büyük ve güçlü Türkiye istemiyorum arkadaş, mutlu Türkiye istiyorum.
Koca ülke depresyonda. İnsanların yüzünden mutsuzluk ve gerginlik akıyor, millet sokakta birbirini boğazlayacak. Halk mutlu olmadıktan sonra büyük ve güçlü Türkiye’nin manası ne?