Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Bize yer vermiyorsunuz, desteklemiyorsunuz” diye sızlanan alternatif kültür ancak Türkiye’de olur herhalde. Kimse bir şeyi elde etmek için uğraşmıyor, o şey kendisine verilsin diye bekliyor

Böyle “alternatif kültür” mü olur

Tame Impala, Avustralya'nın Perth kentinden; Tinariwen, Sahra Çölü'nden; Die Antwoord, Cape Town'ın gettolarından çıktı. "Bize salon verilmiyor, destek görmüyoruz" diye şikayet ettiler mi acaba?

Faturayı başkasına kes, içinde bulunduğu durumun sorumluluğundan yırtmanın lüksüyle güven içinde sızlan. Nasılsa artık senin kabahatin değil. İş bu noktaya gelince siyasetçi de aynı, işadamı da, bakkal da, taksici de, sanatçı da...
Geçen hafta Vodafone İstanbul Calling etkinlikleri arasında yer alan “Müzik ve Şehir” panelini izledim. Pozitif’in kurucusu Ahmet Uluğ’a bir soru soruldu. Söz alan izleyici, muhtemelen müzisyen, özetle “Mekanlar bize destek olmuyor” anlamına gelecek bir monolog patlattı.

Daft Punk da sızlanmış mıydı?
İlk başta “ne kadar haklı” diye düşündüm. Müzisyenler, özellikle küçük gruplar, işin başında seslerini duyuramıyor. Bu tip bir panelde bunların dile getirilmesinden doğal ne olabilir? Şehrin parçası mekanlar, şehrin müzisyenlerine ne kadar destek oluyor? Böyle deyip geçecektim ama içimden bir ses “Niye mecbur olsunlar ki?” dedi. Sonra yokuş aşağı freni patlamış kamyon gibi savrula hızlana düşüncelere daldım.
Amerika’da hip hop kültürü 70’lerde panellere katılıp Madison Square Garden bize kapılarını açmıyor diye şikayet ediyor muydu acaba?
Daft Punk 1992’de “Olympia’da çalmamıza izin verilmiyor” diye sızlanmış mıydı?
Bu sorulardan yüzlerce sorabilirim. Onlar kendi takipçilerini ve alternatif mekanlarını yarattılar. Daha sonra herkes peşlerinden koştu. Mekanlar onların konser vermesini istedi, basın kim olduklarını merak etti, plak firmaları sözleşme imzaladı.
Bugün dünya internet sayesinde küçüldü, “do it your self” yani “kendin yap” kafası hakim. Brezilya’nın favelalarından, Güney Afrika’nın gettolarından, Mali’den, Nijer’den, Büyük Sahra’nın göbeği Timbuktu’dan, Etiyopya’dan, Avustralya’nın hiçliğin ortasındaki kasabalarından, İzlanda’nın karanlık, buzlu sokaklarından müzik fışkırıyor, dünya bu müzikleri, bu sanatçıları hayranlıkla izliyor, dinliyor.
Sen İstanbul’da müzisyensin, grubun var ve yapabildiğinin en iyisi “basın ve mekanlar destek olmuyor çalacak yer bulamıyoruz” demek.
Eğer iyiysen, insanlar beğeniyorsa, inşaatta çalsan dinlerler. Mekanlar ve basın da peşinden koşar.
Müzik tarihini kendilerine şans verilen değil, kendi şansını ve seyircisini yaratan gruplar ve müzisyenler yazdı. “Yanlış ülkede doğduk abi” kafasını derhal terk etmek lazım.

Haberin Devamı

Pop kötüdür (!)

Haberin Devamı

Müzik ve Şehir paneline dair bir diğer notum da moderatör Simon Johns’la ilgili. Pop müzikten bahsedilirken Johns araya girerek “Yani boktan müzik demek istiyorsunuz değil mi” anlamında “shitty music” diye espri yaptı. Salondaki “indie” seyirci de kıkırdadı. Herkesin pek hoşuna gitti bu ara gaz.
Pardon ama, Michael Jackson mı kötü pop olduğu için, yoksa Prince mi? Amy Winehouse mu kötü pop diye? Elvis, Beatles, Madonna kötü çünkü pop müzik yapıyorlar, öyle mi? Rihanna, Beyonce, Jay-Z, Alicia Keys bunlar hep “shitty” mi?
Indie müzik yapanlar ne yaparlarsa yapsınlar popçu olmadıkları için “shitty” olamıyorlar herhalde. Tarz yoktur iyi ya da kötü müzik vardır.
Kendinizi tarzlara hapsederseniz bir süre sonra fark etmeden kötü müzik dinlemeye başlarsınız. Ve güzele güzel, iyiye iyi diyebilmek insanı her zaman özgürleştirir (mesaj sonu).

Haberin Devamı

İTİRAF EDİYORUM

* Daft Punk’tan Thomas Bangalter’in babasının 70’lerde ve 80’lerde Daniel Vangarde adı altında disco prodüktörlüğü yaptığını, dünyanın en komik şarkılarından Ottowan’ın “D.I.S.C.O.”sunun ona ait olduğunu ve şu anda Brezilya kırsalında bir köyde inzivada yaşadığını bilmiyordum. Elektrik kısa zaman önce gelmiş köyüne...
* Yaşlanınca Brezilya’nın elektriksiz bir köyüne göçmekten korkuyorum.
* Ayran-balık, kola-balık, su-balık, fanta-balık, gazoz-balık, limonata-balık, soda-balık, çay-balık, oralet-balık, nargile-balık, şıra-balık, şalgam-balık... Müzikal açıdan bile kurtarmıyor...
* İlk çıkışını daha dün gibi hatırladığım The Postal Service’in “reunion” yaptığını, duyunca “Vay be” dedim kendi kendime, 2000’lerde kurulup dağılan gruplar birleşiyor artık demek ki... Yakında dağılıp yeniden birleşmeyen gruplar listesi yapabileceğiz, sayıları az çünkü.

PAZAR ALBÜMÜ

“Modern Vampire of the City” Vampire Weekend

“Popüler müzikte bütün şarkılar birbirine benziyor” şeklinde özetlenebilecek bir gerçek var ya, işte Vampire Weekend’in uğraşması gereken sorunlardan biri bu değil. Zira onların şahane söz yazan bir solistleri (Ezra Koenig), garip ska/karayip/rockabilly/afro ritimleri grubun imzası haline getiren bir gitarist ve klavyecileri (Rostam Batmanglij), deli bir davulcuları (Chris Tomson) ve ona şahane bir şekilde uyum sağlamayı beceren bir basçıları var (Chris Baio). Böyle bir kadronun sırtı yere gelmez ama bazı tehlikeler de var tabii. İlk iki albümünüzün şahane olması ama üçüncü albümde yeni sulara yelken açma sağduyusu gibi. Bunu başaran kalıcı oluyor. “Modern Vampires of the City”ye bakarsak elemanların yeri hazır... Genç ama erken olgunlaşan, dolayısıyla 30’lara yaklaşırken “n’oluyor, hayat nedir, nereye gidiyoruz” sorularıyla yüzleşmeye başlayan modern şehir vampirleri gibi hissediyorsanız dinleyin. “Step”le başlayın, gerisi geliyor...