Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Güneyden sezon sonu notları


Marina Yacht Club’a Zeynep Casalini’yi dinlemeye gittim. Kendimi Gümüşlük’te Başbakan’ın yemek yediği restoranda buldum. Peki Ahmet bey kim?

Bugün Türkiye’de tatile gitmek için en kötü yerler listesi yapsam Bodrum iki numaramda yer alır. Buna rağmen yazın finalini Bodrum’da yaptım. Ve ziyadesiyle memnun kaldım. Ziyaretin en iyi yanı Zeynep’ti: Zeynep Casalini. En son bizim lisenin (İtalyan) pizza gününde Kostandov’un emeklilik töreninde görmüştüm onu. Kostandov efsane bir hocadır. Kılık kıyafet konusunda tanıdığım Melis Alphan’dan katı tek insan. Ceketi, gömleği beğenmedi mi eve gönderiyordu.
Kostandov’un önünde tişörtümle dolaşırken Zeynep’in “Bana bak; bu yaz Bodrum Marina Yacht Club’da çalıyorum, ne yap yap gel” dediğini hatırlıyorum.
Geldim. Çok da iyi ettim.
Zeynep burada acayip iyi bir ekiple çalıyor. Klavyede Gökay Gökşen, davulda Nedim Ruacan, basta Raim Paksoy, gitarda Emirhan Üçkardeş... İsimlerini yazıyorum çünkü tanıyın istiyorum, hepsi çok iyi müzisyenler. Sound şahane geliyor. Mekan tıklım tıklım. Boşaldı denen Bodrum, Marina’ya akmış. Ben daha “biz bize” bir ortam beklerken burası coşuyor.
Ne çalıyorlar derseniz İngilizce şarkılardan oluşan ilk yarı bana VH1 izliyormuşum gibi geldi. “Somebody Else’s Lover” da var, Madonna’dan “Frozen” da, “Ain’t Nobody” ya da “Sweet Dreams” de...
Cover söylemenin püf noktası telaffuzdur. Zeynep İtalyanca, Fransızca, İngilizce hepsinde hatasız. Aradan sonra Türkçelere geçildi. Kenan Doğulu, Ajda derken saate baktığımda saat 5’ti ve işkembe çorbası içiyordum.
Zeynep ekime kadar çalıyormuş Marina Yacht Club’da. Bodrum’a yolu düşenler sezon finalini kaçırmasın...


Bodrum Bodrum...
Güneyden sezon sonu notları

-Bodrum’da yaşadığım en önemli olay pilotun pisti pas geçmesiydi. Uçakta genellikle “Sakata gelir miyiz” endişesiyle “Bize bir şey olmaz” atbaşıdır bende. Bir ara “Acaba...” dedim ne yalan söyleyeyim.
-Kuş çarpmış kokpitin penceresine. Artık doğruysa...
-Adamik ve Körfez’e olmazsa olmaz. Son zamanlarda Kule de buna eklendi. Herkes methedip duruyor. Hafif Müzik haber merkezi olarak kısaca söylemek gerekirse: Körfez’de bira 8,5 TL. dar gelirliyi ve öğrenciyi yorar. İçeride hep öğrenci oluyor bir de genç turistler zaten. İlk biralarını buralarda içen, ilk tatillerini yaşayanlar. Kıymayın onlara...
-Adamik çok kalabalık. Neredeyse her gün böyleymiş, hafta içi dahil. Herkes shaker’ı 40 TL’ye favori içki sandozdan içiyor. Yalnız alkolü az bence. İç iç, ağzında kalan ekşi mandalina tadı. Her iki mekanda da sigara yasağına saygı üst düzeyde. Sigara sosyalleşmeleri başlamış hatta...
-Kule kalabalık ve eğlenceli genellikle. Türkçe rock farkıyla önde tabii rakiplerinden...
-Club Gümüşlük Cihangir eşrafının yazlık yeri tam... Cihangir bir semt değil. Bir hayat görüşü, bir yaşam tarzı. Gümüşlük bir ara Bodrum ve çevresinin en güzel yeriydi. Tenha olurdu. Satıcılar, “gelgel”ciler yoktu. Sahilde bir-iki masa ve restoran hatırlıyorum. Koyun arkasına geçer, kayalıklardan denize girer sonra bira içmeye meydana gelirdik. Şimdi Club Gümüşlük’ün olduğu plaj bölgesinden denize girmezdik pek yani. Şu anda burası sezon sonunda bile Florya plajı gibi. Nüfus artmış, “balıkçı”lar elinizden kolunuzdan çekiyor. Club Gümüşlük ise buranın en makul yeri zaman geçirmek için. Ama neticede ortam Firuzağa kahvesi. Bir de burada bir yere oturur ve yeteri kadar beklerseniz Nejat İşler’i mutlaka görüyormuşsunuz, öyle dediler. Bu yıl yanında Berrak Tüzünataç da oluyormuş.
-Başbakanın eşiyle romantik bir akşam yemeği yediği restoran Mimoza’ya gittim. Gitmez olaydım. Biri salaş bir balıkçıyı House Cafe’ye çevirmeye çalışmış ama sıkılıp yarım bırakarak İstanbul’a kaçmış. Dekorasyon böyle. “Gereksiz pahalı, o paraya değecek bir yemeği ya da hizmeti yok” demişlerdi. Ben buna şunu da ekleyeyim; saygısızlar. Mimoza’da saat 17.00’de bir masaya oturup sipariş verelim buradaki çardağın altında biraz zaman geçirelim dedik. En uçtaki ve en sakin yer burası çünkü. Uzun saçlı garson çocuktan “Ahmet beye bir sorayım” yanıtını aldık. Bürokrasinin yerleşmesi için Başbakan’ın bir kez gelmesi yetmiş. Ahmet bey de kaymakama soracak herhalde... Tabii Ahmet beye ve uzun saçlı garson çocuğa bolca selam söyleyip kalktık. Kendine “şirin bir yer” süsü vermemiş bir yere oturduk.
-Dekorasyon endişesi olmayan, leziz pizza restoranı Sünger’i hep sevmişimdir. Sarmısaklı ekmeği ve büyük bira için uğranılan Bodrum klasiğidir. Yukarı bir restoran açtılar ama nasıl olduğuyla ilgilenmiyorum. Ne zaman Bodrum’a gelsem uğruyorum, pizzamı yeyip kalkıyorum.
-Denizciler Kahvesi’nde çay içtim tabii ki. Buraya bir kese kağıdı unlu mamulle gelip büyük çay söyleyince pis pis bakılmayan tek yer burası hâlâ...
-Unlu mamuller Yunuslar’dan. Mis gibi kokar, sandviçleriyle, açmalarıyla sabahımızı şenlendirir bu fırın. Yalnız dekorasyon yapma endişesiyle şu anda simit sarayına benzemiş. Yapmayın etmeyin dedim, “sakallı” verdiler. Peynirli maydonozlu sandviç...
-Biliyorum Maça Kızı’na gidip dört içkiye ne kadar hesap sıkıştığını anlatmalı, araya da bir-iki şatafatlı isim sıkıştırmalıydım belki de. Ama benim Bodrum’um da böyle ne yapayım?


Şarkı satmak ya da satmamak!
Güneyden sezon sonu notları
Pearl Jam, Target isimli perakende zinciri ile anlaşma yaptı. Yeni albümleri Backspacer 20 Eylül’de ilk bu mağazalarda satılmaya başlanacak. Ayrıca firma için bir de reklam şarkısı kaydettiler. Bob Dylan “Times They Are A-Changing” isimli şarkısının haklarını reklamlarında kullanılması için Bank of Montreal’a satmıştı. Kendi de Cadillac ve Victoria’s Secret reklamlarında oynadı. MFÖ’nün neredeyse tüm şarkılarının reklamlarda kullanıldığını biliyoruz. Madonna, Michael Jackson hepsi reklam yıldızı oldular. Jackson’ın saçları ve yüzü Pepsi reklamında yanmıştı hatırlayın.
Sanatçılar eskiden de reklam sektörünün ilgisini çekiyordu. Şimdi de. Fark yok. Fark değişen sistemde. Bugün artık bu işler eskiye göre daha fazla mecbur bırakıyor sanatçıları sponsorlara ve reklamcılara. Yani birinin yaptığı bir şarkıyı reklam için kullandırması bugün her zamankindan daha anlaşılır olmalı aslında.
Ama yine de sevdiğimiz bir şarkının bir reklamda kullanılmasının yan etkileri var.
İnsanın içi razı olmuyor. Zülfü Livaneli’nin öfkesi biraz da bunu çok iyi bildiğindendi herhalde. Kendine açıklayamadığı için geri aldı şarkısını (hâlâ duysam da radyolarda).
Benden tavsiye: Bu tip olaylara alışın, daha çok şarkı satılacak çünkü bu gidişle...


İskandinavlardan 12 puan almamız kesin!
Geçenlerde “Eurovision’a Türkçe ve Kürtçe iki dilde yazılmış bir şarkıyla gidebilir miyiz” diye sormuştum. Gelen mesajlardan anladığım kamuoyu ortadan ikiye bölünmüş durumda. Küfredenler ve destekleyenler. Bu konu daha çok tartışılır.
Bir okurumun yorumunu ise not etmişim:
“Bu sayede zayıf olduğumuz İskandinav ülkelerinden de 12 puanları toplarız. Birincilik kesin.” Yalan değil valla.

Korsan baskını notu
Geçen hafta “Herkesin bildiği korsan mağazasını polis nasıl bilmez” diye sormuştum. Meğer durum öyle değilmiş. Bilgilendim. Defalarca basılmış bu mekanlar. Peki neden sonuç alınamıyor? Çünkü iş dönüp dolaşıp yasalara geliyor. Yeni uygulamalar ve yasal tedbirler gerekiyor. Şarkı indireni değil, CD’ye DVD’ye basıp satanı cezalandıracak bir yasaya ihtiyaç var. Diye kaydetmişim not defterime...