Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Müziksizlik özlemi



Garip gelecek ama kafede, takside, markette, kuruyemişçide, kuaförde, dişçide hayatın her anında fonda bize illa bir müzik dayatılması bazen kabus gibi geliyor. Müziksiz Mekanlar hareketi bu yüzden ilgimi çekti



Hiç unutmam bir pazar sabahı, İstanbul’un yakınlarındaki beach’lerden birine gittik. Saat erken. Kimsecikler yok. Gazeteleri aldık, sahildeki şezlonglara kurulduk, dalga sesleri geliyor, rüzgar püfür, şahane bir günün ilk sesleri. Birden ortalık “dıp tıs” ritimli acayip dandik ve sıradan bir house müzikle inlemeye başladı.
“Kardeş şunu kıs, kimse yok, zaten kafa dinlemeye geldik” dedik. “Konseptimiz bu” yanıtını aldık. “Konseptiniz batsın” deyip uzadık tabii.
Havanızda değilseniz ya da çalan şey sevmediğiniz bir şeyse tacizden farksız zorla müzik dinletmek. Ve hayatımızın neredeyse her alanında müzik tacizine maruz kalıyoruz. Kimi malını satmak için, kimi eğlendirmek için, kimi hoşumuza gittiğini düşündüğünden, kimi umursamadığından, kimi laf olsun diye sürekli birileri bize müzik dinletiyor. Dikkat edin, gittiğimiz her yerde fonda tercih ederek dinlemediğimiz müziklere maruz bırakılıyoruz ve bu konuda yasalar bizi korumuyor.
Ben sadece gürültü bakımından karşı değilim, işin içinde beğeni kirliliği de var.
Müziksiz Mekanlar isimli bir web sitesi var. İlgimi çekti.
“Hepimiz severek müzik dinliyoruz. Ama müzikli mekanlara olduğu gibi, müziksiz mekanlara da ihtiyacımız var” diyorlar.
En ilginci de şu: “Bilinen ilk modern ses kaydı 1859 yılında yapılmıştır. Bu tarihten önce insanlar, gün içinde sürekli müzik dinlemek zorunda kalmıyorlardı. Belli zamanlarda verilen büyük konserlerde ve zaman zaman akşamları müzikli mekan olduğu bilinen lokanta benzeri yerlerde insanlar eğer dilerlerse müzik dinlemeye gidiyorlardı.”
Yani kamusal alanlarda haybeye müzik dayatma alışkanlığı sona erse müzik kârlı çıkacak bu işten. Değeri artacak.
Size bir şey diyeyim mi, bu kadar şarkıcı türkücü varken ve her gün durmadan yenileri çıkıyorken müziksiz mekan zor. Hepimize birer kulaklık lazım.
muziksizmekanlar.com


Imagine’e “muhafazakar” ayar!


New York’taki yeni yıl kutlamaları sırasında bu yıl ilginç bir olay yaşandı. Times meydanında sahneye çıkan Cee Lo Green (Gnarls Barkley üyesi, solo albümü de pek güzeldi) John Lennon’ın “Imagine”ini söylerken sözlerde “ufak” bir değişiklik yaptı, kıyamet koptu.
Lennon “Nothing to kill or die for, and no religion too” diyor. “Uğruna öldürecek ve ölünecek hiçbir şey olmadığını hayal edin ve dinlerin de olmadığını”.
Cee Lo burayı “Nothing to kill or die for, and all religion are true” olarak değiştirdi. “Uğruna öldürecek ve ölünecek hiçbirşey olmadığını hayal edin, Ve dinlerin gerçek olduğunu! (ya da gerçekleştiğini)”
Çevirisi bu. Ne demek istedi bilmiyorum, iyi çocuktur kedisini severiz, ama şu anda bir kısım sosyal medya bu “değişikliği” konuşuyor. Kimilerine göre bu bir muhafazakar ayar. Kimilerine göre “dinlerin olmadığı bir dünya hayal ediyorum” demek hâlâ sadece John Lennon kadar cesur ve “Eyvallah”sızların harcı. Cee Lo bunu “söyleyemedi”. Kimilerine göreyse basbayağı saygısızlık.
Bizde olsa “iyi olmuş” diyenlerle “olmaz” diyenler hemen kamplaşır, bir taraf Ergenekoncu, diğer taraf yandaş olarak damgalanır ve bu mesele günlerce televizyonlardaki konuşan kafalar tarafından irdelenir uzmanlardan görüş alınırdı.
Benim bu olaydan bir kez daha anladığım, dünya giderek muhafazakarlaşıyor...
Ve dünya ne zaman muhafazakarlaşsa uğruna ölünecek ve öldürecek şeylerin sayısı çoğalıyor. Tarih dinamiktir, her dönem yeniden yazılır falan filan tamam ama şarkılara dokunmayın kardeşim. Alın tarih sizin olsun ama şarkılar bizimdir.



2012’nin albümleri!

Müziksizlik özlemi


Yılın ilk iki ayında yüzlerce albüm geliyor. Aerosmith, Black Sabbath, Bruce Springsteen & The E Street Band, Fiona Apple, Franz Ferdinand, Garbage, Linkin Park, Madonna, Outkast, Muse, U2, No Doubt, Pearl Jam, Phoenix, Rush, Sigur Ros, Soundgarden, The Sea and Cake, The xx, Van Halen. Hepsi albümleniyor. Listelere bakarken aralarından bazılarını not ettim...


“The Stars Are Indifferent To Astronomy” / Nada Surf:
Yedinci stüdyo albümleri bu ayın sonuna doğru yayımlanıyor. Kült grubumdur. Çok merak ediyorum acaba “Let Go”dan daha iyi bir albüm yapabilecekler mi? Türkiye’ye gelmesini dilediğim ama bir türlü yolları bu tarafa düşmeyen ekiplerden.
“Born To Die” /Lana Del Rey:
Yılın en merak edilen albümlerinden. Daha albümü olmadan Lana Del Rey “Video Games” ve “Born to Die” isimli şarkılarıyla ve kendi imkanlarıyla çekip Youtube’a koyduğu kliplerliyle tanındı zaten. Bakalım albümü nasıl çıkacak, dağ fare mi doğuracak...
“Old Ideas” / Leonard Cohen:
78 yaşındaki Cohen üstat albümün adını “Eski fikirlerle geliyorum” der gibi koymuş. Biz onun eski, yeni her türlü fikrini dinlemeye, şarkılarına eşlik etmeye hazırız. Bu albümden internete verilen ve ücretsiz dinlenebilen ilk şarkının adı “Show Me the Place”ti. Tadı damağımızda kaldı.
“Le Voyage Dans La Lune” / Air:
Air’in adını 1902 yapımı George Melies filminden alan albümü, filmin onarılan kopyasının orijinal film müziği olarak tasarlanmış. Ay’a fezaya yolculuk anlayacağınız.
“Love At the Bottom of the Sea” / Magnetic Fields:
90’ların başından bu yana ana akıma paralel giden alternatif çizgide tabiri caizse “zamansız” şarkılar üreten ekiptir. Hiç eskimez. Merakla bekliyorum Mart’t çıkacak albümlerini.
“Sonik Kicks” / Paul Weller:
Noel Gallagher ve Graham Coxon’ın da yer alacağı albüm 26 Mart’ta yayımlanıyor. Weller’ın 11’nci stüdyo albümünü sabırsızlıkla bekleyenlerdenim.




Müziksizlik özlemi
Bir gitar hikayesi!


1992’ydi. Tünel’deki bir dükkanda gördüm onu. Şu şaşaalı görkemli olanlardan değil de hafif köhne dükkanlardan birinde. O zaman zaten Galata köhne, karanlık, sevimsiz, terk edilmiş, pis bir yer.
Boynu bükük duruyordu köşede. Hafif yıpranmış, “yaşanmışlıklar” var belli. Ne bileyim bir Halil Sezai olmasa da “üşüyor” o dükkanda yalnız başına, belli.
Yanına gittim, şöyle bir dokundum. Hiç düşünmeden karar verdim. O karlı kış gününde “içimdeki çocuğu” harekete geçirdim ve annemi aradım, “Anne hayırlı bir iş için nakite sıkıştım, valla bu son” dedim. Üstüne elde avuçta ne varsa ekledim ve onu o köhne yerden alıp eve getirdim.
Daha önce kimlerle ne yapmış hiç düşünmedim, sorgulamadım. Öylece kabul ettim. Tarihi benimle başlasın istedim. Beraber çok güzel zamanlarımız oldu. İçtiğimiz su ayrı gitmedi. Zamanla hayat değişti. İşler güçler girdi araya. Arayı çok açtık.
Yıllar sonra geçen gün, ilk kez geçmişini öğrendim.
Meğer buradan on binlerce kilometre uzakta Kaliforniya’da doğmuş. 1978 yılında, Fullerton diye bir yerde, bugün artık var olmayan bir atölyede...
Fender gitarlarının ilk üretildiği yer. 1946’da açılan meşhur Telecaster’ın, Stratocaster’ın ve diğer bütün efsanelerin doğduğu yer. 1985’te Fender satıldığında yeni patronlar bu tesisi istememiş. Tesis tarih oldu ama oradan çıkan gitarlar dünyayı değiştirdi. Rock, caz, blues, funk, disco, indie, alternatif ne varsa bugün, biraz bu gitarlara borçlu. Onlarda biri, bir Fender Precision da bende.
Seri numarasını giriyorsunuz internete, gitarın kimlik kartı çıkıyor. İnsan sonra oturup bunları düşünüyor. Nereden nereye...



İTİRAF EDİYORUM


-Solardip’in “Dance Like Wolves” isimli şarkısına çekilen videoyu pek beğendim. Solardip “Future Now” isimli ilk albümünün lansmanını 1 Şubat’ta Ghetto’da yapacak.
-“Kartınız varsa alabilir miyim?” sorusuna yanıt olarak “yok” yanıtnı vermekten garip bir zevk alıyorum galiba.
-10 yıl yeni şarkı yapılmasa idare ederiz. DJ’lik yapmaya başlayalı müzisyenlerin yeni bir şeyler yapma çabalarında aslında ne kadar çaresiz olduğunu fark ediyorum. Bütün güzel şarkıları ve fikirleri birileri kapmış, bulmuş, uygulamış.