Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

THY’nin ‘business’ biletle uçan yolcuları ağırladığı şatafatlı lüks salonun adına CIP Lounge deniyor ya... O ‘lüks’ ortamdan manzaralar aktarıyorum.

Bizim memleket gerçekten dünyada tek. Eşimiz benzerimiz yok ve bazı şeyleri işitmekle, okumakla olmuyor; gidip görmek lazım. Bakın gördüm, aktarıyorum. Bizim ‘business’ların hali şöyle...

Ne olacak bu ‘business’ların hali

Taksim meydanındaki McDonald’s’da beleş tavuk burger dağıtılıyor ya da tatil köyünde açık büfe az önce açıldı millet saldırıyor gibi bir ortam var. Her yerde kuyruk, itiş kakış.

Haberin Devamı


En son böyle bir yağma görüntüsünü Media Markt açıldığında gördüm. Otobanın karşı yanındaki arabasına sırtında LCD ekran televizyonlarla koşan insanlar vardı.


Elinde beş tane muzla koşarak yanımdan geçti bir business. Masada bekleyen arkadaşlarına meyve taşırken takımı ve çantasıyla CIP şıklığını yansıtıyordu.


Her şeyde kuyruk var. Girişte, çıkışta, kahvede, poğaçada, yumurtada, sandviçte tatlıda, tuzluda... Havaalanının hiç tartışmasız en kalabalık yeri burası.


Masalarda hep bir ya da iki kişi var, grubun kalan üyeleri kuyruklara kilitlenmiş. “Arkadaşı poğaça kuyruğuna yolladık, diğeri de çayla portakal suyuna gitti” hesabı. Ya da üçü oturuyor, biri kalkıp herkes için tabakları poğaçalarla, kruvasanlarla doldurup geliyor. Neden? Çünkü herkes business...


Bardak çay en popüler içecek. Ayrıca kahve noktalarının başında da kuyruklar var. Portakal suyuna da bayılıyor business’lar. ‘Sağlıklı’ portakal suyunun yanında ‘sağlıklı’ poğaçaları güzelce mideye indiriyorlar. Business business olduğunu nasıl anlar ki zaten? Portakal suyuyla...


Arkadaşı olmayanlar bilgisayar, çanta, ceket gibi aksesuarlarıyla masaları işgal etmiş. Beyaz Türklerin en sevdiği şey yazın sahildeki şezlonglara havlu bırakıp bütün gün (oturmasa bile) o şezlongu kimselere yar etmemek, kışın da aynısını çanta, hırka falan bırakarak (telefon bırakan da gördüm) zor yer bulunan mekanlarda uygulamaktır. CIP’de de aynısı yani.


En popüler diyalog: “Bu sandalye boş mu?” “Hayır, arkadaş gelecek.” Business keyfi...


Sanırım business uçanlarda şöyle bir kafa var: O kadar paraya kıydık, CIP’ye girişe hak kazandık, erkenden gelip ‘fullü’ kahvaltı edelim, ortamı kanırtalım, paramız boşa gitmesin.”

Haberin Devamı


İtiraf ediyorum; insanın canı dışarı çıkmak, business olmayan, dolayısıyla sessiz sakin kafelerden birine gidip bir içecek eşliğinde kulaklıktan müzik dinleyip kitap okumak istiyor uçağını beklerken. Business ‘keyfi’ne karşı sıradan insan ‘keyfi’...

Ne olacak bu ‘business’ların hali

Ronaldo ve Drogba’nın ayak kalıpları burada.

Krampon sevgisi!

Böyle bir sevgi var. Çocukken bize alındığında ne kadar sevinirdik, günlerce yanında yatıp uyuyamazdık o kramponların. Ama bu sevgi başka. İtalya’da gördüm. Treviso yakınlarındaki Montebelluna kasabasında, Avrupa Şampiyonası’nda giyilecek Nike kramponların üretildiği fabrikaya gittim. Aslında fabrika demek yanlış, atölye ya da butik fabrika diyelim. Yaklaşık 20 kişi çalışıyor ve dünyanın en iyi futbolcularına krampon üretiyorlar. Etrafta bir sürü raf var, üzerlerinde Ronaldo, Drogba, Puyol, Şevchenko gibi isimler yazıyor. Her ismin yazdığı rafta o futbolcundan alınan ayak kalıbı var. O kalıp burada hazırlanıyor ve ayakkabı tam olarak o ayağa göre üretiliyor.
Yüksek teknoloji ürünü spor ayakkabılarının üretildiği bir yer deyince insanın aklına uzay gemisi gibi bir yer geliyor. Alâkası yok. Bir makinede kalıp alınıyor ve üzerine deri giydiriliyor. Ardından birisi tutkalla tabanı yapıştırıyor ve boyuyor. Ardından prese sokuluyor ayakkabı. Her şey elle yapılıyor ve bu beni cidden şaşırttı.

Haberin Devamı


Şampiyona için her futbolcuya dört ila altı çift krampon veriliyormuş. Nike’nin Euro 2012 için futbolcuların seçimine sunduğu dört tip krampon var. Bunlar Maestri II, Legend IV, Laser IV ve Vapor VIII.


Detaya girmeyeyim, ben o atölyede yaptığı kramponlarla gurur duyan insanlar gördüm. Futbolla ilgim yok ama bu tip hikayeler her zaman ilgimi çekiyor, paylaşmak istedim.
Bir de, orada dünyaca ünlü futbolcuların ayaklarından kalıp alınırken çekilmiş fotoğrafları gördüm. O ayakların durumuna inanamadım. Nasır desem değil, yara desem tam anlatmaz, mantar desem olmaz... Ayaktan başka her şeye benziyor. Spor değil Çin işkencesi mübarek...

İTİRAF EDİYORUM

Doktor el yazısı ve pilot İngilizcesi arasında bir ilişki olmalı. İkisi de anlaşılmıyor.
“Don’t Tread On Me”nin Lars Ulrich’in en sevmediği Metallica şarkısı olduğunu bilmiyordum (Kaynak: Spin dergisi).
Geçenlerde kanser yüzünden hayatını kaybeden Beastie Boys’un has adamı Adam Yauch’ın hayatına dair yazılar okurken karşılaştığım şu cümleye takıldım: “Batı toplumu bize yeteri kadar paraya, güce ve seks yapacak güzel insanlara sahip olduğumuzda mutlu olacağımızı öğretiyor. Bu bir kandırmaca.” Yauch Budist olmuştu ve insanların gelişmiş toplumlarda giderek daha fazla mutsuz olduğuna inanıyordu. Yanlış mı?