Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Planı açıklıyorum. Erken kalkmak, kahve yapmak, rastgele albümler seçip takılmak, akşama doğru eşi dostu eve çağırmak, beraber derbi seyretmek


Sizinkini bilmem ama çok acayip bir şey falan yoksa benim pazar planım bellidir. Erken kalkarım kahve yaparım. Gerisi doğaçlama...
Mesela içinde müzik sisteminin ve bilimum ıvır zıvırın durduğu bir raf ünitesi var. İkea’dan odunları aldık, birleştirdik, bu rafı oluşturduk. Ünite lafı da oradan kaldı. Şu ara dinlediğim ya da dinlemem gereken albümler bu ünitede üst üste duruyor. Rastgele çekiyorum bir tane ve mutat gazete-dergi okuma seansıma başlıyorum. Yalnız neskahve davaya ihanettir, söyleyeyim. Mis gibi filtre kahve ya da espresso olmalı.

“Taking Woodstock” Soundtrack
Filmi vizyona girdi, albümü de piyasada. 60’larda, 70’lerde şeyler var. Tamam. Hatta bazen “Keşke bir günlüğüne de olsa gitsek o yıllara” derim. Ama bu albüm öyle bir his yaratmadı. Woodstock popüler kültür tarihinde çok mühim bir yere sahip, eyvallah. Fakat kesmedi işte. 69’da o efsaneyi yaratan insanlara baktığınızda o halleriyle şahane. Tarz, giyim-kuşam hepsi tamam. Fikirleri de hâlâ temelde geçerli... Ama bu albüm? Şarkılar güzeldi çirkindi konusu değil. Ama bu albüm, nasıl söylesem eski, eski, eski... Ve o efsaneyi yaratanlar bizim babalarımız dedelerimizmiş hissini veriyor. Öyleler zaten. Ama biz başka türlüsünü algılamaya meyilliyiz ya o bakımdan. Bunun yüzüme vurulmasına hazır değilmişim.

İmer Demirer / “You, Me & Char”
Taze çıktı piyasaya (Pozitif Müzik Yapım’dan.) Caz alanım değil çok, ahkam kesecek değilim. Ama İmer Demirer’in klasik başlayan, daha modern sularda seyreden albümünü dinlemek çok hoşuma gitti. Müzik zevki benim kafada olan biri için çok dozunda, çok da cool. Ortamı bir anda değiştirdi. Pazar için doğru bir albüm. Emin Fındıkoğlu, Ali Perret, Serkan Özyılmaz, Cem Aksel, Matt Hall eşlik ediyor. Akbank Caz da destek vermiş. Tebrikler... Yalnız bir bardak kahveye daha ihtiyacım var.

Joy Division / “Best of Joy Division”
Kahveden daha iyi ayılttı. Son zamanlarda ithal edilen albümler içinde en kıyak olanlarından biri. Joy Division İngiliz müziği açısından çok önemli bir dönemin temsilcisi. 70’ler sonu, 80’ler başı Manchester. Dünya gider Mersin’e bunlar gider tersine hesabı, o sırada moda olan, trend olan her şeye okkalı bir küfür sallayıp ekol oluşturan ekolün ilk temsilcisi. Eğlence ve gece hayatına yeni boyut kazandıran bir dönemin müziği. 90’lardaki “clubbing” ve “partileme” hadisesini anlamak için buralara bakmak lazım. Grubun hikayesini uzun uzun anlatacak halim yok.
“24 Hour Party People” filmini izlemeyen varsa işte size fırsat. Solist Ian Curtis’in hazin hikayesi ve intiharı filmlere de konu olmuştu.
Albüm 1978-1980 arasındaki kayıtları kapsıyor. Curtis 1980’de intihar edince zaten konu kapanmıştı. İki CD var. İkincisi grubun meşhur ve merhum BBC DJ’i John Peel ile yaptığı kayıtlar. İçinden bir kitapçık “Bazı soruların yanıtları” denmiş ve 20 sayfa boyunca alt alta “çünkü” diye başlayan yanıtlar yazılmış. Dinlerken “çünkü”leri okumak lazım. Bunun da usulü böyle olsun istemişler. “Love Will Tear Us Apart” belki grubun en sembolik şarkısı. Ama siz bununla yetinmeyin. Keşfedin.

Maps / “Turning the Mind”
Bu pazar, albümümü buldum galiba. Maps İngiliz James Chapman’ın sahne adı. İlla bir tarz / kategori vereceksek indie-electonica diyelim. Mute Records çıkışlı. Bir kere kafadan artı bir. Mute boş iş yapmaz. Kurucusu Daniel Miller ile röportaj yapmıştım. Depeche Mode’u keşfeden adam. Önceki konserde İstanbul’a onlarla beraber gelmişti. “Valla çok yoruldum, sonunda EMI’ya komple sattım şirketi kurtuldum” demişti. Ama hâlâ işin başında. Sadece artık cebinde birkaç milyon dolarla zihni daha rahat çalışıyor, kâr zarar düşünmeden müzik dinliyor. Maps’i o kafayla dinledim. Çok beğendim. Ayrıca kızarmış ekmek kokusuyla da uydu.

Pazar günü planı
La Roux / “La Roux”
Şu ara Avrupa’da stil ikonu arıyorsanız buldunuz. Adı Eleanor Jackson. Bir de klavyelerden sorumlu devlet bakanı olarak Ben Langmaid var. La Roux adı altında bu yılın en dikkat çekici pop çalışmalarından birini yaptılar. Lady Gaga kadar olmasa da fantastik biri Jackson. Giyim kuşam tam 80’lerin en neon hali. Müzik de, nasıl desem, mesela Yazz tarzı nağmelerden oluşuyor. Bu albüm daha ziyade akşama hazırlık niteliğinde. Ve mesela geç saatlerde gelenlere dinletebilirim. “Neydi bu?” diye soracaklarına ve 80’lerden hatırladıkları bir şeyler zannedeceklerine eminim.

Yıldönümü albümleri
Müzik yapımcıları yıldönümlerine bayılır. Yeni albümler yapmak için fırsat olarak değerlendirirler. İlber hoca kızmazsa üç albüm ve üç yıldönümünden bahsedeyim. Bunlar da pazar pazar tarih notları...

Orbital / “2Orbital”
Elektronik müzik ikilisi Orbital kurulalı 20 yıl olmuş. Yıl 1989. Vay be... Elimdeki albüm Orbital’ın bu yıl içinde yayımlanan bir derlemesi. “2Orbital” diye yazılıyor. Orbital’ı şahane bir ekip yapan, elektronik müziği sadece dans etmeye yarayan bir şey olarak ele almayan, öncü isimlerden olmasıdır. İyi vakit geçirirsiniz, kafa dinlersiniz, coşarsınız. Ne olduğunu da anlamadan olur hepsi. Şimdi mesela şu anda çok iyi geliyor.

Led Zeppelin / “Led Zeppelin II”
Led Zeppelin’in “Led Zeppelin II” albümünün 40’ıncı yılı törenlerle kutlanıyor. Gelen haberler böyle. Bu defa yıl 1969. Bu albümde en sevdiğim şarkı “Rumble On”dur. Robert Plant İstanbul’a geldiğinde o kadar istemiştim ki içimden bu şarkıyı çalmasını. İlk gitar notası girince herkes çığlık atarken ben öyle kazık gibi durmuştum şarkı boyunca. Nice 40 yıllara artık...
Pink Floyd / The Wall
Pink Floyd’un “The Wall” albümünün de 30’uncu yılı. 1979... Bu yıldönümleri vesileyle zamanında dinlediği albümleri bir daha dinliyor insan. Ve iyi bir romanı hayatınızın farklı dönemlerinde okuduğunuzda aldığınız tadın değişmesi gibi, iyi bir albümü de farklı zamanlarda dinlemek yepyeni ufuklar açıyor.
Bu noktada artık sıkılmaya başlayabiliyorum. Evde hâlâ uyuyan varsa gidip uyandırıyorum, gözünün yaşına bakmıyorum. Ve derhal telefon trafiğine girişip insanları eve toplama eğilimine giriyorum. Mesela bu akşam derbi var. Maç geyikleri falan. Sizin pazarınız nasıl geçiyor?


Emre Aydın Eurovision’a gidiyor mu?
Pazar günü planı

Haberi okuyunca hemen Hadi Elazzi’yi aradım. Hadi, Emre Aydın’ın menajeri.

Haberin Devamı

Eurovision’a gidiyormuşsunuz...
Vallahi yok öyle bir şey. Ben de gazetede okudum.

Seni aradan çıkarıp doğrudan Emre’ye mi sormuşlar yoksa?
Yok canım, hiç alakası yok.

Hadi detaya gir. Kimse aramadı mı? Temasa geçilmedi mi? Acı var mı acı?
Düşünüyor olabilirler. Belki biri içeriden bir şey duydu bu haberi yazdı. Bilemiyorum. Ama bize gelen bir şey yok.

Teklif gelse kabul eder misiniz? Piyango gibi bir şey. Hem para, hem daha fazla şöhret...
Bana anlatılanlar hiç öyle değil. Giden üstüne bir de para harcıyormuş.

Nasıl?
Bütçe veriyorlar, aşınca cepten yiyorsun.

Hadi çok karamsarsın. Avrupa’yı fethettin; Manga’yla da MTV törenine gideceksiniz, belki Emre’yle Eurovision’a, hâlâ şikayet.
Valla o işler öyle değil. Sıkıntılar var. Müzik sektörü berbat. Canım sıkkın. Yakında kimse kalmayacak piyasada...
Durum bu. Yorum sizin... Benim izlenimim o ki TRT bu yıl erkek bir aday bulacak. Etek boyuyla, göbekle falan uğraşmak istemeyecek. En azından eğlenceli birini bulmaları tek dileğim.


İşte o mektup! Dannnnn!

Pazar günü planı

Okurum Gökhan Gülenç yollamış.
1969 yılında Mick Jagger’ın, Andy Warhol’a dokuzuncu albümleri “Sticky Fingers”ın kapağını tasarlaması için yazdığı mektup. Belgeleri seviyorum. Hakkında çok fazla bilgi veriyor mektuplar. Jagger “Bu iş zor” diye de belirtmiş başında. Ayrıca “Bu iş için ne kadar para istediğini de söyle” demiş. Warhol ne kadar aldı bilmiyorum ama rock tarihinin en çok tartışılan kapaklarından birini yaptı. Tartışmaya başlayabilirsiniz...

“Oooo Ahmet beyler de buradalarmış...”Taverna geri dönsün! Hem de hemen! Müzik dünyamızın sıkıcılığını, krizini, tatsız tuzsuzluğunu belki giderebilir. Biraz neşe herkese iyi gelir. Hafifmuzik.org’da en sevdiğiniz albüm kapağı hangisi anketi yaptık. Pek çok güzel şey geldi. Ama en şahanesi Ümit Besen’den çıktı. Dünkü yazımda bahsettiğim Fransız gazeteciler de bana “Taverna ne oldu hâlâ var mı?” diye sorunca bir anda aklıma düştü. Taverna geri dönse ne şahane olurdu. Eski babalar “in” mekanlarda çalsa, yeni yeni isimler çıksa, taverna müziği dirilse, yeni tarzlar falan ortaya çıksa.
Popüler kültürümüzde var. Neden yeniden “in” olmasın? Tarabya’da olmazsa Nişantaşı’nda olur... Daha eğlencelisi var mı? Bu arada resimdeki dekupe mikrofona dikkat...