Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ana akım müziğin 2010’larda gireceği yeni yolu acaba sıradan bir pop single’ına bakarak anlayabilir miyiz? Gelin bu ‘şarkı falı’na beraber bakalım

Rihanna’nın yeni single’ını dinleyince...

Rihanna’nın kasımda çıkacak yeni albümünden yayımlanan single’ın adı “We Found Love”. Şu ara iyice yükselişte olan İskoç DJ Calvin Harris’in düzenlediği şarkı resmen eski usul bir elektronik dans şarkısı. Biz bu tarzı 90’lardan, 90’ların kulüplerinden çok iyi hatırlıyoruz.
O zamanlar kulüplerde bu tarz şeylerle çok dans edilirdi. Klipte de zaten Rihanna arıza sevgilisiyle arıza bir ilişki yaşıyor. Ne iş yaptığı tam anlaşılamayan bir tür narkotik/kaykaycı sevgilisiyle Rihanna durmadan sigara içiyor (muhtemelen gizli sigara reklamı bu), artık ne yapıyorlarsa gözbebekleri büyüyor ve dans etmeye başlıyorlar. Sonra gene perişan hallerde sokaklarda takılıyorlar. Şarkı “Aşkı umutsuz yerde bulduk” diyor. Doğrudur, hep öyle olur. Öylesi daha heyecanlı. İnsanoğluna rahat batar çünkü.
Benim dikkatimi başka bir şey çekti. Biz 90’lar geri dönecek diye beklerken grunge geri dönecek falan sanıyorduk. Galiba yanıldık. Sakın elektronik dans geri dönüyor olmasın?
Dergileri açıp bakıyorum sürekli David Guetta, DeadMou5 ve benzeri DJ’lerin ne kadar büyük iş yaptığı ve ne kadar büyük partilerde assolist olduğundan söz ediliyor.
Satışlar da giderek artıyor. 2000’lerin başında The Strokes gibi grupların öncülüğünü yaptığı bir punk rock geri dönüşü (‘revival’ dedikleri) yaşanmıştı.
Şimdi 2010’larda benzer bir hareket 90’ların elektronik dans müziği için yaşansa ben şaşırmam. Rihanna’nın yeni albümünü önceki gibi rock ağırlıklı bir şarkıyla değil bir dans şarkısıyla tanıtması belki bunun bir işareti.
Dünyada ne zaman savaşlar, kaos ve ekonomik kriz hakim olsa müzikte eğlence ön plana çıkar. 70’lerdeki petrol krizi, Vietnam Savaşı ve Ortadoğu’daki siyasi durumdan ileri gelen terör Amerikan pop müziğini patlatmıştır.
Şu anda elektronik dans müziği coşsa ben bu nedenden dolayı da hiç şaşırmam doğrusu. Dünyanın durumu hiç iyi değil çünkü...
Yeni Chemical Brothers’lar, Daft Punk’lar (Justice’den başka), Fat Boy Slim’ler gelecekse başımızın üzerinde yerleri var. Ama tersi çok sıkıcı olurdu doğrusu. Bekleyip görelim bakalım...

Haberin Devamı

Bozkırda blues

Efes Pilsen Blues Festivali’nin peşinden Eskişehir’e gittim. Buz gibi ayaz. Berbat yağışlı bir gece. Bozkırın ortası... Ama cıvıl cıvıl, şahane bir şehir Eskişehir. Ve o kadar güzel bir genç kitle var ki buradaki konserleri izleyen...
Blues Festivali’nda bu yıl Lucky Peterson var. Karısı Tamara Peterson çok başarılı bir blues şarkıcısı ve sahneye çıkınca tepki mükemmel oluyor. Rick Estrin ve grubu The Nightcats bayağı eğleniyordu. Özellikle bağlama ile blues çaldıkları bölüm çok beğenildi. Konserin açılışını ağır şarkıcı ve gitarist John Mooney yapıyor.
Ben bu turnenin Türkiye’deki en isabetli ve başarılı müzik etkinliklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bunca yıl devam etmesi de zaten tesadüf değil. Taşıma suyla değirmen bir yere kadar çünkü.
Bu hafta izleyemedik onları İstanbul’da çünkü konserleri iptal oldu. Ama Edirne, Çanakkale ve İzmir’de yaşıyorsanız hâlâ şansınız var.

Bugün hâlâ böyle şeyler var mı?

Eskiden insanlar birbirlerini ziyarete gider, rahat bir ortamda oturur, bir şişe şarap açıp bir şeyler yiyerek muhabbet etmeye başlar, sonra da beğendikleri bir albümü koyup güzel bir ses sisteminde baştan sona uzun uzun dinlerlerdi. Albüm bitince tartışmalar muhabbetler olur, herkes fikrini söyler, ardından yeni bir albüm dinlenmeye başlardı. Bugün hâlâ böyle şeyler var mı?
Yok bunu ben değil David Gilmour soruyor Rolling Stone’dan Brian Hiatt’a.
Konu “The Dark Side of the Moon”. Grubun bir dizi yeniden basım albüm çıkaracağını yazmıştım. Bunlardan ilki “The Dark Side of The Moon” piyasaya çıktı ve Türkiye’de de bulunuyor. Biraz tuzlu ama değer.
Gilmour diyor ki “Biz bu albümü baştan sona kesintisiz bir şekilde, hafif loş ve rahat bir ortamda yayılıp sessizce ve konsantre olarak dinlensin diye yaptık. Eskiden şarkı değil albüm dinlenirdi çünkü.” Sizi bilmem ama ben çok gaza geldim. İlk fırsatta eve insanları toplayıp bu “geleneği” canlandırmaya kararlıyım.

Ayakları uzatıp gözleri kapatarak dinlenmesi gereken üç albüm

En son ne zaman bu şekilde bir albüm dinlediniz bilmiyorum. Ama artık insanların bunu yapacak zamanları yok. Konsantrasyonları da. Telefondu, tabletti, televizyondu, Twitter’dı, Facebook’tu derken her şeye hakimiz sanıyoruz ama aslında her şeyi kaçırıyoruz.
Bakın size ışıkları hafif karartıp, bir kadeh içki eşliğinde, sevdiğiniz birileriyle, gözler kapalı, huşu içinde dinlenecek üç albüm önereyim şu ara önümde olanlardan. Geniş listeyi de sonra yaparız.
* Biri Pearl Jam’in “PJ20” isimli belgeselinin soundtrack albümü.
29 şarkı var. Demolar, yayımlanmamış stüdyo kayıtları, grubun ilk zamanlarından konser performansları. Art arda dinleyin. Hayatınız gözünüzün önünden film şeridi gibi akıyor.
* İkincisi “The Dark Side of the Moon”. Baştan sona iyi kurgulanmış bir film gibi. Şarkıları biliyor olsanız bile bir bütünlük içinde dinlemek
insana bir ayin yapıyor hissi veriyor.
* Diğer güncel önerim Justice’in yeni albümü “Audio Video Disco”. Bu albüm şu anda NME dergisinin web sitesinde ücretsiz olarak dinlenebiliyor.

Konserde neler oldu (!)

Arena’yı salladı.
Unutulmaz dakikalar yaşattı.
Muhteşem bir konser verdi.
Kahkahaya boğdu.
Dakikalarca ayakta alkışlandı.
Gönülleri fethetti.
Hem klasikleri hem de yeni hitlerini seslendirdi.
Eski ve yeni şarkılarını seslendirdi.
Keyifli anlar yaşattı...
Gazetelere göre bir konserde en fazla bunlar olabiliyor.
Bütün yaz bunları okumakla geçti zaten.
Ajda Pekkan’ın Kuruçeşme Arena konseri de Yaşar’ın Kayseri konseri de, rock festivali de, caz konseri de. Unutulmaz bir gece, muhteşem bir konser.
Sezen Aksu geçen hafta Royal Albert Hall’da bir konser verdi. Londra’daki bir Hafif Müzik takipçisi konserdeydi ve yorumlarını yazdı. Hafifmuzik.org’da yayımladık. Ardından gazetelere baktım: Unutulmaz bir gece, muhteşem bir konser...
Basındaki bu alışkanlık değişse de sanatçılar gerçeklerle yüzleşse...

İTİRAF EDİYORUM

* Ankara metrosu Ankaray’ın içi otogar gibi. İstanbul’daki metroda Kahve Dünyası var, Ankaray girişinde Metro Çay Ocağı.
* Direc-T’in yeni albümü “Son Ağaç”ı ilk dinleyişte beğendim. Ama biraz daha dinleyip öyle bahsedeceğim bu albümden.
* Ankaralıların “Radyoların sadece İstanbul’dan trafik yoğunluğu bildirmesine kılız” şeklindeki eleştirilerini haklı buluyorum. Ankara’da da sağlam trafik var ey radyocular!
* Kreş’in yeni klip çektiği “Gül Açan Dudaklar”ı çok beğendim. Bu şarkının yer aldığı “Kreş Çıplak” isimli albüm kresciplak.com adresinde dinlenebiliyor. Kreş’e dikkat...
* Ankara’nın D&R’ı güzel. Dev gibi, kat kat tat. İçinde saatler geçirseniz kimse gıkını çıkarmıyor. Müzik, kitap, dergi, kahve. İstanbul’a da lazım böylesi.
* Bu aralar yarın ölecekmiş gibi kebap, hiç ölmeyecekmiş gibi grissini yiyorum (Ankara’nın kebabı da güzel).
* Tren yolculuğunda “giderken” yol, ağaçlar, manzara, kulağınızdaki müzik, elinizdeki kitap, rayların sesi dikkat çekiyor. “Dönerken” havasız vagon, ağlayan bebek, horlayan adam ve yemekli vagondaki yemeklerin vasatlığı...
* Hızlı trene ilk kez binen biri olarak beğendim. Temiz, medeni ve tabii hızlı. Bayan yanı uygulaması falan da görmedim. Herkes bir arada. Durum bu.