Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Serdar Ortaç’ın sevgilisi şaşkınmış. Soruyormuş: “Dünyada popçular 20 yaşında, sizde hep 40 yaş ve üstü. Neden?”
Son dönemde Türk popuyla ilgili herhangi birinin sorduğu en doğru soru bu herhalde.
Hayır popun yaşı yok da, neden hiç genç popçu yok acaba?
Sevgili “Serdar Ortaç’ın sevgilisi hanım”, bir kere bizde popçular sadece 40 yaş ve üzeri değil. 50, 60 ve 70 yaş üzeri olanları da var.
Çünkü bizde firmalar yeni müzikleri anlamaz ve yatırım yapmazlar. O an ne satarsa, aynısından 10 tane daha yapıp piyasaya sürerler. Böylece ortalık kötü kopya dolar. Dinleyici haklı olarak eskisi ve alıştığı varken kopyasını dinlemez. “Kopya yeni nesil” tarihe karışır, biz de 2012’de Ajda, Kenan Doğulu, Mustafa Sandal ve çağdaşlarını dinlemeye devam ederiz. Onları bu yaşta itfaiye merdivenine çıkıp şarkı söylemek zorunda bırakırız. Biz genç popçu değil, yaşlanmayan popçu severiz.
Gençleri daha ziyade dandik pop yarışmalarına katılmaya teşvik ederiz ki kendilerini oralarda göstersinler, televizyonlarda saat doldursunlar. O yüzden son 20 yılda dünyada 10 nesil müzisyen, çeşit çeşit müzik ve grup yetişir, bizde Mustafa Sandal, İzel albüm yapar ve 55 milyonuncu kez albümlerine nasıl yüreklerini koyduklarından bahsederler.
Ortaç “Yanıt veremedim” demiş de, ben vereyim dedim.

Haberin Devamı

Feist’ın kaybolma planı!

Son albümü “Metals” ile büyük bir başarı yakalayan Kanadalı Feist bugün Küçükçiftlik Park’ta turnesinin son konserini verecek. Sonra da büyük ihtimalle sebze yetiştirmeye eve dönecek

Miller Time dergisi için Ayhan Abayhan görüşmüş Feist ile. Röportajın tamamını dergide okuyabilirsiniz, ben bir yerine takıldım. Feist’ın kaybolma planına. 2007’de yayımladığı “Reminder” isimli albümün ardından Feist yoğun bir turneye çıkıyor ve sonra uzunca bir süre ortadan kayboluyor. Kendisinden resmen haber alınamıyor. Şöyle demiş Feist:
“Yedi yıl boyunca turnede olmanın (önceki albümün turnesini de kastederek) sonucunda tam anlamıyla tükenmiştim. Baktım hiçbir şeyin yavaşladığı yok, ben de takvime sekiz aylık koca bir çizgi çektim. Bu benim için sınırdı, sekiz ayın ardından tamamen duracaktım...”
Sekiz ayı geçirmiş ve durmuş. Bakın devamını nasıl anlatıyor:
“İlk bir yıl evde olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlayamadım, tatile ilk çıktığınızda, ilk birkaç gün dinlenmeyi bilmez ve beceremezsiniz ya, onun gibiydi. Ben de bunun üzerine tatili bir yıl daha uzattım. Seyahat ettim ve Fransa’da biraz zaman geçirdim, Ailemi ve arkadaşlarımı gördüm, bahçemde sebze yetiştirdim. Normal bir hayat sürdüm.”
Daha sonra bir gün gene
şarkılar yazmaya başlıyor, taptaze fikirlerle arkadaşlarını arıyor, stüdyoya giriyor ve şu anda hem ticari açıdan hem de sanatsal açıdan başarılı olan geçen yılın en iyi albümlerinden “Metals”ı yapıyor.
Gazetelere bir bakın, haber bültenlerini izleyin. Olan bitenden bir şey anlıyor musunuz? Yeni yorumlar yapabiliyor yeni çözümler üretebiliyor musunuz?
İnsan bu duruma düştüğünde bazen kontağı kapatıp motoru dinlendirme ihtiyacı duyuyor. Keşke ülkece biz de Feist gibi takvime bir çizgi çeksek, dükkanı kapatıp bir süre bahçede sebze falan yetiştirsek ya da şöyle Himalayalara, Andlara falan uzanıp biraz “dursak”. Bizimkisi fantezi dünyası işte.
Feist Avrupa turnesinin son konserini veriyor bugün. Ardından sebze yetiştirmeye gidecek mi kendisine sorar durumu bildiririm.

Haberin Devamı

Hey gidi 90’lar dedirten 4 albüm

Haberin Devamı

“The Bends”-Radiohead, 1995
Neden “Ok Computer” değil diye soruyorsunuz biliyorum. Ama bu listeye The Bends’i koymak kişisel bir tercih. “Nevermind ” insanlığın 90’lardaki tercihi oldu. Benim “Nevermind”ım “The Bends”. “Just”, “Street Spirit (Fade Out), “High and Dry” o dönemi yaşayan çoğumuzu derinden etkilemiştir.

“Post”-Björk, 1995
90’lara uzaydan ışınlanmış gibiydi. Hem kendi hem müziği. Bugün geriye dönüp bakınca “Debut” de bu listede olmalı diye düşünüyorum ama Björk mükemmeliyeti “Post”ta yakalamıştır. Sonra kabuk değiştirir gibi farklı bir boyuta geçti.
10 yılın en etkileyici işlerinden biri “Post”.

“Homework”-Daft Punk, 1997
Elektronik müzik vardı ama bu müziği yapanlar Arena’ları değil kulüpleri dolduruyordu. “Homework” bunu değiştiren albümlerdendir. Ve elbette elektronik müziğin 90’larına süper bir ritim anlayışı katmıştır. “Around the World”le, “Da Funk”la, “Revolution 909”la...

“What’s the Story (Morning Glory)”-Oasis, 1995
Brit rock diye bir müzik olduğunu kabul eden herkes sanırım bu albümün de onun en iyi örneklerinden biri olduğunda hemfikir. “Wonderwall”un yarattığı etkiyi, cümle alem “Don’t Look Back In Anger”ın söylendiği günleri dün gibi hatırlıyorum.

Ne güzel gruplardı bunlar

The Coral: İlk albümlerinde (The Coral, 2002) “Shadows Fall” diye bir şarkı vardı, pek güzeldi. Bir de “Don’t Think You’re the First”. En son 2010’da bir albüm yayımladılar (“Butterfly House”). Sonrasında ses yok.
The Dandy Warhols: “Welcome to the Monkey House” albümünün çıktığı dönemi hatırlıyorum. Her yerde “We Used to Be Friends” çalıyordu. Albüm baştan sona şahaneydi. Sonra nedense uzaklaştım bu gruptan. Bu yıl “This Machine” adında bir albüm yaptılar sessi sedasız.
The Music: İlk albümleri “The Music” baştan sona dans edebileceğiniz bir Led Zeppelin albümü gibiydi. Uzun bir clubbing ve dans kültürü döneminin sonunda gitar sesini özlemiş kulaklara iyi gelmişti. Bir iki albüm daha yaptılar arada, geçen yıl da dağıldılar.
Feeder: Enteresan ama bu yılki Reading Festival programında onları görünce şaşırdım. Uzun zamandır isimlerini duymuyordum. 1999’da yaptıkları “Yesterday Went Too Soon”u dinlemiştik ilk. Ama asıl sevdiğim albümleri “Comfort in Sound”du (2002). “Just The Way I’m Feeling”i bir ara ezberlemiştim resmen. Hafif poptur ama iyidir Feeder. 2010’da dağıldılar.

İTİRAF EDİYORUM

* Muse’un yeni single’ı “Madness” resmen George Michael’ın “Faith”inin Muse usulü dramatik / romantik versiyonu olmuş. Muse’un bir diğer yeni şarkısı da resmen dubstep tadında. Şaşırttı beni bu yeni Muse...
* Kaş’ın yeni Gümüşlük olmasından, yani bir güzel tatil beldemizin daha Cihangir’e dönüşmek suretiyle gidilmez görülmez hale gelmesinden endişe duyuyorum. (Ne olur çoktan oldu falan demeyin, üzülürüm.)
* “Denizden babam çıksa yerim” misali Metronomy ne remiks’lese dinliyorum.
* Taksi durağına yaklaşıp sıradaki arabaya binmek için hamle yaptığımda “O araba değil, bu araba” lafını duymadığımda kurban kestireceğim. Ara sıra da sıradaki arabada olsun sıra kardeşim. Adı üzerinde “sıradaki araba” o. Değilse neden sıranın başında?
* Geçen hafta Facebook’ta bir adet kedi ve bir adet bulutlu gökyüzü resmi paylaştım.

Hafif Sözlük!

* “Olayla ilgili soruşturma başlatıldı”: Örtbas ediyoruz, bir daha bu konuyla ilgili haber almayacaksınız. İki güne unutursunuz zaten.
* “Münferit bir hadise”: Bu işin peşinden gitmeyeceğiz.
* “Açığa alındı”: Bizim çocuk bir halt etmiş, ortalık yatışana kadar tatile yolladık, ceza vermeye niyetimiz yok.
* “Konu yargıya intikal etmiştir”: İşime gelmediğinden bu konuda konuşmak istemiyorum.

Sosyal medya kotası!

Facebook ve Twitter’da;
* Yurt dışında çekilmiş tuğla duvar ve grafiti resmi paylaşımını haftada bir;
* Kaslı ya da bikinili portre fotoğraf paylaşımını sezonda iki;
* Yiyecek içecek fotosu paylaşımını sabah ve akşam olmak üzere günde iki;
* Bulut resmi ve Yiğit Özgür karikatürünü haftada en fazla üç;
* Sevimli kedi, sincap, kunduz vs. fotosunu haftada bir;
* Yukarıdaki objektife cool bakarak çekilmiş profil resmi güncellemesini ayda bir;
* Yılmaz Özdil yazısını yılda en fazla dört;
* Sahilde ya da havuz kıyısında çekilmiş
ayak fotosu, boş şezlong ve hasır şemsiyeyi sezonda üç ile sınırlandırsak fena mı olur? Ortalık biraz ferahlar mı acaba?