Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Taksim, Çamlıca, Tarlabaşı derken sıra Tarihi Yarımada’ya geldi. Özetle denizi dolduracağız, trafiği yerin altına alarak buradaki muhtemel son tarihi kalıntılarını da yok edeceğiz. Ama korkmayın silüet bozulmayacakmış!

Silüet bozulmayacak

Yüz yıl önce Sarayburnu.

Yerinden yönetim deniyor ama kimse o “yer”de oturan halka bir şey sormuyor. Aslında kimseye bir şey sorulmuyor, danışılmıyor. Geçenlerde benim mahalleye, park yapıyoruz diye, toprağın üzerine beton atıldı, Büyükşehir Belediyesi’ni arayıp “Neden bizim piknik yaptığımız yere beton döktünüz?” deyince sinirlendi görevli; “Size mi soracağız, meclis karar vermiş” dedi. Yerinden yönetim pratiğim budur benim. Her şeyin bir kişiye sorulması yetiyor. O yap derse yapılacak. Dur derse durulacak.
Taksim’e kışla yapılacak, yap. Çamlıca’ya cami yapılacak, yap. Ormana köprü yapılacak, yap. Kimse “ama” diyemiyor bile. Ya da “tamam yapılsın da bakın şöyle şöyle alternatifler de olabili...” Cümle bitemiyor.
Okuyalım:
“Fatih Belediyesi tarafından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunulan Sirkeci Çevre Düzenleme Projesi ile Unkapanı Köprüsü’nden Sarayburnu’na kadar olan sahil yayalaştırılıp, trafik yer altına alınacak. Sarayburnu’nda Boğaz manzaralı Konser Adası
ve Padişah Meydanları yapılacak.”

En şahanesi konser adası
Sarayburnu’nun dünyaca ünlü manzarası ve coğrafi konumu bize yeter mi? Yetmez. Oraya bir ada konduralım ki şehirleşmedeki görgüsüzlüğümüz uzaydan görünür hale gelsin. Trafiği yer altına alırken çıkabilecek bazı çanak çömlekler de bizi durdurmamalı bu dev projede.
Boğaz’a mı bakacağız konsere mi? İstanbul’un en rüzgarlı yerindeki akustik sorunundan bahsetmiyorum bile. Ama tabii uzmanlara sormaya gerek yok...
Fatih Belediye Başkanı 4 bin 500 metrekareye yayılacak ticari alanların tamamen Boğaz manzaralı ve tek katlı olacağı için silüeti bozmayacağını söylemiş. Muhakkak.
Sirkeci-Harem iskelesi kalkıyormuş, oraları yaşam alanı olacakmış. “Yaşam alanı” demek, “çay bahçesi ve tost tesisleri yapacağız” demek. Caddebostan’a gidin, görün.
Konser adası ise en şahanesi.
Köprülerle ulaşılacak bu konser adasının altı da otopark olacakmış. Denizin üzerinde Yavuz Burnu, Çelebi Burnu, Kanuni Burnu, Beyazıt Burnu ve Fatih Burnu olacakmış.
Bir daha Madonna gelince Galatasaray Adası’na değil buraya götürürüz, hani sormuştu ya “suni mi bu ada” diye, işte o soruyu sormasını bekler, yanıtını da gönül rahatlığıyla veririz.
“Evet suni. Artık İstanbul’da her şey suni. Orijinalini yıkıyoruz, sunisini yapıyoruz.”
İstanbul kendisinin karikatürüne dönüşüyor,
hayırlı olsun. Ama korkmayın silüet bozulmayacak.
Her şey aynıymış gibi görünecek.

Haberin Devamı

“Full Faça”yı dinlerken

Haberin Devamı

Büyük Ev Ablukada’nın ilk albümünün adı Full Faça. Ne tarz müzik yaptıklarını merak edenlere yanıtım (bu soru genelde “‘Orçun ne tür müzik yapıyor?” diye geliyor), “Türkçe akustik fantezi blues” oluyor. Bazen de “Türkçe sözlü hafif blues müziği” demeyi tercih ediyorum. Sonra karşımdaki “güzel mi” diye soruyor. “Güzel” diyorum.
İlk izlediğimde şöyle
yazmışım: “Tüm biletler satılmış, salon ağzına kadar dolu, sahnede neredeyse bir Broken Social Scene, bir Violent Femmes enerjisi. ”
Gerçekten de böyle oluyor Büyük Ev Ablukada konserleri.
21 Aralık’ta, Şirince’de kıyamet görevinde olduğumdan ilk albümlerinin Maslak Venue’deki konserini izleyememiştim. Aynı zamanda kendi başlarına verdikleri ilk büyük salon konseriydi bu.
“Full Faça” için aylarca stüdyoya kapandıklarını biliyorum. Günümüzde neredeyse bütün albümlerde aynı davul sesini, aynı gitar tonunu duyuyoruz, hepsi fabrikasyon gibi geliyor.
“Full Faça”da böyle bir
durum yok. Düzenlemeler gruba ait, belki ondandır.
Uzun zamandır konser veren ama şarkıları bazı video ve konser kayıtlarından ibaret bir ekibin ilk abümü. Küçük salon ruhunu da yitirmemiş.
İkinci arena konserleri
2 Mart’ta yine Maslak Venue’de olacak. Albümü dinlemece, konsere gitmece.

Haberin Devamı

CUMARTESİ ALBÜMÜ

“The Lumineers” / The Lumineers

2000’lerin başında rock revival vardı. The Strokes’tan Interpol’e yeni nesil indie rock grupları akın ediyordu. Onlar başarı sağladı, şimdi sıra yeni nesil folk ve country gruplarında. 2005’te kurulan ancak ilk albümünü 2012’de yayımlayan The Lumineers bu yıl Grammy adaylarındandı. Zamanında New York’ta yaşam mücadelesi veren ama müzik piyasasındaki rekabetle ve hayat pahalılığıyla mücadele edemeyen elemanlar Colorado’nun Denver şehrine taşınmış ve kapanıp müzik yapmış. The Lumineers şarkıları pop ve folku bir araya getiren bandolu, akustik gitarlı, bol perküsyonlu ve el çırpmalı şarkılar. İnsanın tırı sağa çekip bir diner’a giresi, servis elemanına
“kahveyle hamburger verin bana” diye bağırası geliyor (oduncu gömleğinizi giymeyi de unutmayın).
İstanbullu gruplara tavsiye: Pılı pırtıyı toplayın, Yozgat ya da Sivas gibi bir şehre taşının, düşük maliyetli bir hayat sürün, kapanıp müzik yapın ve yepyeni bir sound’la dönün. Bunu başarın.

İTİRAF EDİYORUM

* Mobese kameraları kaldırılsın diyen Ak Parti milletvekiline katılıyorum. Her dakika izlenmek sinir bozucu. Üstelik ana haber bültenlerinde Mobese görüntülerinin gösterilmesini de pornografik buluyorum. “Araba kadına nasıl çarptı, kadın nasıl havaya uçtu. Bakın bir de şu açıdan izleyelim...” Normal mi bu?
* Black Sabbath’in Ozzy Osbourne ile 35 yıldan bu yana hazırladığı ilk albüm “13”ü merakla bekliyorum. Battler ve Iommi, “Rick Rubin (prodüktör) bize her şeyi yeniden öğretiyor” demiş. “Eyvah” mı desem, “vay” mı, bilemedim.
* Geçen hafta gittiğim Aztek isimli güzide gece kulübünde saat üçten sonra sucuk, yaprak sarma ve mantı eşliğinde Tanju Okan dinlenerek viski içilmesi beni ziyadesiyle sarstı. Sanki yeteri kadar bekleseniz barın köşesinde elinde rakıyla bir adet yalnız Kadir İnanır belirecekmiş gibi bir yer. 80’ler dizisini unutun, asıl 80’ler burada.