Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’de müzik yayıncılığı neden bitti



Geçen yıl Roll veda etmişti. Şimdi de Billboard dergisi sessiz sedasız kapandı. Türkiye’de müzik dergiciliği giderek daha sıkıntılı bir hal alıyor ve işlerin bu noktaya gelmesinde herkesin payı var


Geçen yıl Roll kapanmıştı, öncesinde Rolling Stone ve Dream Dergi. Geçenlerde Billboard dergisinin kapandığını duyunca şaşırmadım, üzüldüm. Sektörle ilgili olanların beklediği bir gelişmeydi bu. Yaklaşık 1,5 yıl önce kendi dergim Rolling Stone kapandığında hissettiklerimi hatırlamaya çalıştım. Elbette kızgındım. Hayal kırıklığına uğramıştım. Okurları yüzüstü bıraktığımızı düşünüyordum. Dergiyi kapatmadan önce alınacak bazı tedbirler olduğuna inanıyordum. Falan filan. Karmaşık hisler yani...
Yayın yönetmeni olarak iyi eleştirileri, övgüleri nasıl kabul ettiysem elbette her türlü sonucu da üstlenmem gerekirdi. Dergi kapandığında bunun sorumlusu olarak önce kendimi gördüm. Demek ki bir yerde yanlış yapmıştık.
Basında bir alışkanlık vardır. Başarılı olursanız en uzak müdüründen promosyoncusuna kadar herkes bu başarıyı sahiplenir. Onlar iyi çalıştığı için başarı sağlanmıştır. Ama herhangi bir olumsuz sonuç alındığında fatura muhakkak yazı işlerine kesilir. Reklamından pazarlamasına, satış ve yayın stratejisine kadar bir sürü insan fikir beyan eder, derginizin kaderiyle ilgili önemli kararlar alırlar. Ama bu fikirler ters tepti mi herkes ustaca aradan çekilir, topla karşı karşıya yazı işleri kalır. Sonuç: Şut ve gol.
Yazdıklarımı bir özeleştiri olarak da okuyabilirsiniz. Benim bakış açımdan müzik dergiciliği nasıl sona erme noktasına geldi, onu anlatmaya çalışayım.
- Bir kere yöneticiler geleceği görse de tedbirlerini almadılar. Dergiciliğin başta web olmak üzere yeni mecralara (cep telefonları ve tabletler) kaymakta olduğunu hissediyorlardı ama değişmek zor geldi. Alışkanlıkları değiştirmek zordur. Yeni şeyler öğrenmek yerine bildikleri eski numaralara başvurdular.
-Sadece satış rakamına odaklanıldı. Ne reklamveren, ne de reklamı satan okur profiliyle ilgilendi. Oysa dünyada okur profili önemlidir. Pek çok etkin derginin satışları düşüktür. Bu dergiler okurlarının nitelikleriyle hayatta kalır.
-Popüler müzik dergisi yayıncılığında ibre sadece çocuklara hitap eden dergilere döndürüldü. Bu şekilde içerik de zayıfladı. Poster ve çıkartma verince satış rakamları yükseldi ama bu reklama dönmedi. Zira satın alma gücü yetişkinlerde. Reklamveren sektörler sınırlı kaldı.
-Dergiye özel pazarlama stratejisi geliştirilmedi. Paket reklam satış stratejisi dergilerin kimliklerini arka plana attı. “Benim elimde şu özelliklere sahip şöyle bir dergi var” diye anlatmak yerine reklamverene “Toplamda şu kadar satan beş dergimiz var” diye gidildi. Sonuçlar ortada...
-Promosyona harcanan para iyi yazılara, iyi fotoğraflara harcanmadı. Dergilerin içeriği zayıfladı.
-Elbette yazı işlerinin de hataları var. Popüler olsun, entelektüel olsun müzik dergileri özgün içerik üretme konusunda pek çok nedenden dolayı başarılı olamadı. Yeterince iyi gazetecilik yapamadılar.
-Ve okuyucu: Çoğu dergi değil, hayran oldukları isimlerin posterlerini satın almayı tercih ettiler. Yeni şeyleri merak edenler dergilerden internete kaydı.
-Dünyada dergiciliğin öldüğü yıllardır tartışılıyor. Bence öldüğü falan yok. Biçim değiştiriyor. Hem yapısal hem finansal olarak. Buna uyum sağlayamayan dükkanı kapatıyor. Dergicilik her zaman “niş” bir işti. Hep de öyle kalacak. Hep müşterisi olacak. Tek fark şu olacak: Okur bayiye gitmeyecek. Dergiler okurun ayağına (yani telefonuna, tabletine, bilgisayarına) gidecek. Dergicilerin durumu, birkaç yıl önce mp3 karşısında “CD satamıyoruz” diye dövünen müzik sektörüne benziyor. Halbuki zaman uyum sağlayanın başarılı olduğunu göstedi. Dergicilik de benzer bir seyir takip ediyor.
Sonuç? Türkiye’de dergicilik güzel günler yaşadı. Ben de bunun bir parçasıydım bir dönem. Şimdi inişte. Ama yine çıkışa geçecek. Ben buna inanıyorum.


Wyclef Jean’ı severim çünkü;
-The Fugees’in elemanıdır bir defa. The Fugees’i severim.
-Kendi “solo” müziğini de severim. “Carnival” albümü çok iyidir mesela. Bkz. “Gone Till November”.
-Haiti devlet başkanlığı için adaylığını koyması cesur bir hareket (Ronald Reagan’dan oluyor da Wyclef Jean’dan neden olmasın devlet başkanı?).
-Dünyaca tanınmış olmasını ülkesini içine bulunduğu siyasi ve ekonomik krizden kurtarmak için kullanmak istiyor, bunu takdir ediyorum.
-Pink Floyd’un “Wish You Were Here”ine yaptığı yorumu pek beğenirim.
-Bono gibi dünyayı değil, kendi memleketini kurtarmaya çalışmasını daha samimi buluyorum.
-Mizahı iyidir. Mizah duygusu olan adamı severim.

“Fazıl Say klasik müziğin popçusudur”
Böyle dedim. Fazıl Say’dan ses yok, Hıncal Uluç atladı. Bir haftadır bana sövüyor köşesinden. En son “köpek, havlamak, zıpçıktı” falan gibi ifadelerle seviyeyi iyice düşürmüş. Fikir özgürlüğünü savunuyor ama ona hitaben söylenmemiş bir cümleye bile tahammülünü bana aklı sıra “köpek” diyerek gösteriyor. Aman ne alındım ne alındım. Ayrıca köpekleri de severim. En azından kibirli değil çok sevecen hayvanlardır.
Say’a neden klasik müziğin popçusu dediğime gelince. Klasik müziğin popçusu yani popüler kanadında bir isimdir. Anlamı bu. Kendisi Schoenberg gibi atonal müzik yapmamaktadır neticede. Ayrıca İdil Biret gibi, Pekinel kardeşler gibi münzevi bir hayat sürüp kendini müziğe adamak yerine insanların bir şekilde ondan bahsetmesine uğraşmaktadır. Bunun için sivri yorumlar yapmaktadır. Magazin basınının ilgisini çeken bir hayat yaşamaktadır. Bunda da bir sorun yok ayrıca, herkes kendi hayatını istediği gibi yaşasın. Hıncal Uluç neden bu kadar heyecanlandı onu anlamıyorum. “Klasik müzikte popülerlik” meselesini asıl klasik müzik eleştirmenlerimiz yazsa da aydınlansak...

CUMARTESİ ALBÜMÜ
“The Magic Numbers” The Runaway

İlk albümlerinden beri (“The Magic Numbers”, 2005) takipteyim kendilerini. 60’ların kızlı erkekli pop / rock / folk gruplarını hatırlatan bir yanları var. Üçüncü albümleri çıkalı iki hafta oluyor. Şahane iki erkek ve iki kadın vokal. Akustik gitarlar. Nefis melodiler... “The Magic Numbers”ı ilginç kılan şey müziklerindeki acayip pozitif his. Vokallerden midir yoksa akustik gitarlardan mı bilmiyorum. Ben olsam bütün gün evde fon müziği yaparım. Sesi de hafif açtınız mı...