Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Viyana’dan selam getirmişem


Spot on: Turkey Now festivalinde hangi konserler verildi, ortam nasıldı, Schubert salonunda yaprak dolma yiyen kim? Hafif Müzik Viyana seferi başlıyor


B ağlama da var, kanun da, kudüm de, keman da, gitar da. Mekan, Viyana Konzerthaus. Festivalin adı Spot on Turkey Now. Düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı. Burası Viyana’nın en büyük konser mekanı. Beş salon var. Büyük Salon, Mozart, Schubert, Berio ve Schönberg salonları. Mozart salonunda Selim Sesler var mesela (nasıl ama cümle içinde kullanınca) aynı anda büyük salonda Ulvi Cemal Erkin çalınıyor. Berio’da Aydın Esen piyanosunun başında, Schubert salonunda Mısırlı Ahmet var falan böyle bir şey.
Viyana seferi notlarım şöyle:
Viyana’nın üç K’sı: Kahve, Kahvaltı ve Klasik Müzik. Bunlar olmadan Viyana yavan...
Viyana’nın üç S’si: Schnapps, Sigara, Schnitzel. Neredeyse her yerde, kapalı mekanlar da dahil sigara içiliyor. Bizim memlekette biraz fazla Amerikalı kafası oldu bu işler galiba.
Viyana’da nereye, hangi binaya girerseniz girin mutlaka kafanızı kaldırın ve tavana bakın. Bu adamlar tavan olayını biliyor. Her mekanın tavanı çok özel. Ya art nouveau tarzı bir durum var, ya da bunun modernize edilmiş hali. Resimler, grafikler “tavan” yapmış anlayacağınız...
Bir geleneksel Türk yemekleri köşesi yapmışlar. Avusturyalı dar gelirli geliyor tabağı alıyor, doldur Allah doldur. Ben de Schubert salonunda yaprak sarma yedim itiraf ediyorum...
Viyana Konzerthaus’un içinde bir restoran, bir şarap barı, bir de sigara, pardon bira ve kahve barı var. Demek ki neymiş? Klasik müzikle şarap oluyormuş.
Bir şnitzel yedim büyük ve ince. Figlmüeller’de. Daha önce üstat Ahmet Örs’ün burayla ilgili yazdığı yazıyı okudum. Üstadım ben de size bilmediğiniz bir şey söyleyeyim.
O şnitzelleri tabaktan alıp kızgın tavaya atan ve tam kıvamında pişmesini sağlayan bir hanım var mutfakta. Adapazarlı Binnur.
20 yıldır Viyana’da, 15 yıldır da orada.
Binnur’a teşekkür ettim. Yoluma devam ettim.

Festivalden aklımda kalanlar
-Avusturyalı besteci Joseph Marx’ın yarattığı “Hemen bir kafeye gidelim, şarabın dibini görelim ve şiir yazalım” hissi.
-Türk besteci Hasan Uçarsu’nun progresif ve avangart tarzı.
-Çello sanatçısı Çağ Erçağ’ın sahne enerjisi.
-Fatima Spar konserini kaçırmanın verdiği pişmanlık.
-“Kandil geceleri kandil oluruz / Kandilin içinde fitil oluruz / Hakkı göstermeye delil oluruz / Fakat kör olanlar görmez bu hali” diyen Harabi’nin kimilerini “fitil” edecek, beni benden alan dörtlükleri.
-Bu dörtlüklere hayat veren Erkan Oğur’un yanık, İsmail Hakkı Demircioğlu’nun davudi sesi.
-Aynur’un sesine sinmiş keder.
-Doğu’nun Rüyası konserindeki tezat.
- Zeki Çağlar Namlı’nın flamenko gitarı gibi çaldığı bağlaması.

Erkeklerin çello aşkı bambaşka
Viyana’dan selam getirmişem

“Naz Elmas çellocu oldu”. Heeyyy! Cennet
vatanda, tüm dış temsilciliklerde ve yavru vatanda bir sevinç, bir sevinç... Önce Kanal D tanıtım filminde Beren Saat, şimdi de dizideki rolü için Naz Elmas. İnsanlarda “Çello çalan kadın seksi olur” diye bir düşünce var. Bu enstrüman kadınların bacaklarının arasında durduğundan olsa gerek, erkekler pek seviyor çelloyu.
Felsefi analizlere falan hiç girişmeyin. Ben yüzeysel biriyim anlamam. Tek anladığım tüm dünyada çello çalan kadın klişesinin ortalama erkeğin hoşuna gitsin diye kullanılıyor olduğu. Kadın dediğin mutfakta aşçı, yatakta sürtük, evde ana,
müzikte de çellocu olmalı.
Bu iki hanım kızımız rol icabı erkeklerin fantezilerini süslemek için çellocu olmuş.
Kulağa değil göze çello çalıyorlar...
O halde ben size gerçek ve müthiş bir çellocudan söz edeyim. Ama kadın değil.
(Aaaa, hayal kırıklığı nidaları...)
Çağ Erçağ’dan bahsediyorum.
Teoman ile ortak bir-iki iş yapmıştı. Benim gibi klasik müzik camiasına uzak olanlar onu bu şekilde tanıdı belki. Viyana’da izledim.
Atilla Aldemir kemanda, Hüseyin
Sermet piyanodaydı. Mükemmel konsere buradan tekrar tekrar alkışlar...
Değerli “çellocu” adamlar, bu ekibi takibe alınız. Kadın yok ama iyi müzik var.

Hafta sonu notları...
-“Art nouveau” tuvalete girdim. Turistler ziyarete geldi. Meydandaki umumi helada hacet giderirken sanat eseri oldum.
-Viyana’nın İstiklal Caddesi’nde de kaldırımları söküp yeniden yapıyorlar. Viyana-İstanbul kardeş şehir, huyu suyu aynı...
-Viyana’da bir ay kalsam 70 yaş üzeri en az 20 arkadaşım olur.
-Vals yapmadım.
-Mumok, Viyana’nın MOMA’sı. Bizdeki İstanbul Modern’in büyüğü falan...
Cy Twombly retrospektifi vardı. Hürriyet’ten Ezgi Başaran anlatmaya çalıştı. “Anladım” dedim. Ne kadar da nüktedanmış Twombly. Hemen gift shop’taki tişörtlere bakmaya devam ettim.
-Aynur: Bence inanılmaz bir
büyüsü var. Anlayan anlamayan, o başlayınca durup büyülenmiş gibi dinliyor. Çok özel bir ses. Ama çok kederli. Belki de onu özel yapan bu. Özel bir prodüktörle çalışıp ondan fikir almalı. Dünya müziği kulvarında efsane olabilir.
-Selim Sesler’de Mozart salonunun alt katı düğün salonu, üst katı disko gibiydi. Çünkü aşağıda göbek atan Türkler, yukarıda karşılıklı seksi danslar yapan Avusturyalılar vardı.
- Festivalin son konserinin ardından emeği geçen Avusturyalı ve Türk ekip mini bir kokteyl için buluştu. Ben de (biraz maydanoz oldum gibi geldi gerçi ama) oradaydım. Avusturyalılar “Seneye de
bir ‘Spot on: Austria’ yapalım bizim vatandaş da memleketini tanısın”
patlattı. Komik çocuklar.


Timuçin Esen meselesi
Konuyu kapatıyorum. Ama bunları anlatmazsam da işimi yapmış olmam.
O halde dinleyiniz:
Hafta içi bir kafede Timuçin ile sohbet ederken tesadüfen Şebnem Ferah’ı gördük. Geldi, muhabbet ettik, Timuçin’in albüm planları ve Şebnem’in yeni albümünden konuştuk (Evet, Timuçin bir albüm hazırlıyor. Kendi besteleri var. Pek yakında hazır olması bekleniyor). Ertesi gün bir haber: “Timuçin Esen, Ferah’ı kıskandığı için olay çıkardı”. Kanıt yok, foto yok, tanık(lar) yok. Sordum, her ikisi de “Yok böyle bir şey” diyor.
Sevim Gözay, Habertürk’te telefonla bu hadiseyi sordu bana. Ama telefonla derdinizi anlatmanız zor. Kenarda lafı geveleyen adam olarak kalıyorsunuz. Değerli magazinci konuklar beni “safın önde gideni” ilan etti. Ben “sanatçı”ya sormuşum, “sanatçı” bana hayır demiş, inanmışım. Sanatçılar doğruyu söylemezmiş. Konuşabilsem soracağım şey şu olacaktı: Bu koca haberin kanıtı nerede?
Siz tanımadığınız birine inanıyorsunuz. İmzasız bir yazı ve kesin bir dille haber yapıyorsunuz, sürmanşete koyuyorsunuz. Bunun adı gazetecilik.
Ben gazetecilik tecrübemle 20 yıldır tanıdığım bir dostumun lafına ve gördüklerime inanıyorum. Bunun adı “kandırılmak”.
Kusura bakmayın ama yemiyorum bunu.
“Neden sadece Timuçin’i koruyorsun, arkadaşın diye mi?” Yanıtlayayım da aradan çıksın. Hayır ve evet. Evet: Arkadaşım olduğundan dolayı ilk kez bu tarz bir olaya yakından tanık oldum. Hayır: Arkadaşım olduğu için korumuyorum. Gördüklerim hoşuma gitmedi. İtirazım tüm mağdurlar adına. Nokta. n