Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tabii kendi kendine değil. Eğer biz gelmesini istersek gelir. Teknik olarak, Türkiye’nin yarış rotasına girmesi bakımından bir engel yokmuş.
Volvo Car Türkiye Pazarlama ve PR Direktörü Ebru Ekşi Akınoğlu bu konuda organizasyonla görüşmeler yaptıklarını anlattı.
“İstanbul’da bir Volvo Ocean Race ayağı yapılabilir, yarış takvimi ya da rota bakımından bir engel yok”. Organizasyon açısından durum bu.
Peki, ne yapmak lazım? Öncelikle bu işle ilgilenen şehirlerin belediyeleri Volvo Ocean Race limanı olmak için organizasyona başvuruyor. Daha sonra görüşmeler başlıyor, bütçe ve organizasyon için gerekli altyapının detayları konuşuluyor.
Bence bunu ciddi olarak düşünmeli yetkililer.
Volvo Ocean Race’in bir ayağını Türkiye’de bir şehre getirmek neden önemli söyleyeyim. Bu organizasyonu her yıl bir buçuk milyar kişi takip ediyor. Dünyada futbol dünya kupası ve olimpiyatların ardından en fazla takip edilen etkinlik.
İnternet üzerine ve spor kanallarında sayısız yayın yapılıyor. Dünyanın her saygın yayınında bu yarışla ilgili haberleri okuyup takip edebilirsiniz.
Limanlardaki karşılamalar ve liman için yarışlarını izleyen insanları da katarsanız rakam daha da büyük. Bir örnek; önceki yarışın finalinde tekneleri Göteborg’da 300 bin kişilik kalabalık karşıladı.
Bu organizasyonun 2017’de İstanbul’da da bir ayağının olması hem Türkiye için hem de yelken sporu için önemli.
Dünyanın ilgilendiği bir etkinliği buraya taşımak bütün bölgeden ve Avrupa’dan yelken ve denizseverleri İstanbul’a çekebilir. Onu da bırakın bir kenara, bir buçuk milyar kişinin İstanbul Boğazı’nda bu şahane tekneleri izlemesinin keyfine, prestijine paha biçilebilir mi?
İlle de Olimpiyatlar diye inat etmek yerine, belediyesiydi, federasyonuydu, bakanlığıydı koordine olup daha hesaplı olan ve kalıcı faydaları olabilecek bu işe eğilmeli.
Bu arada Antalya, Volvo Ocean Race’e ev sahibi olmakla ilgileniyormuş. Şahane olur.

Haberin Devamı

“Yelken zengin işi abi!”

Böyle bir klişe var. Acaba doğru mu? Bizde spor denince en büyük yatırım ve ilgi futbola gidiyor. Ve karşılığında elde ne var? Sıfır. Futboldan daha zarar ziyan, “çarçur” bir spor dalımız var mı acaba?
Televizyon kanallarına, maç biletlerine, kombinelere kaç para harcıyor insanlar her yıl?
Milyonlarca fakir fukara barındırdığı halde elindekini avucundakini futbola harcayan, yine de uluslararası camiada tek bir varlık gösteremeyen, dünyada adı bile anılmayan bir ülkeyiz. Bir durumun başarısızlık olarak algılanması için daha ne olmalı bilemiyorum.
Bırakın dünyayı, o kadar paraya pula yatırıma rağmen memlekette oynanan futbolu izleyen, izleyebilen kaldı mı?
Yelken zengin işi klişesine geri dönersek; biz yelken dendi mi ağzında purolu viski içen adamların oturduğu dev yatları falan gözümüzün önüne getiriyoruz. Arabası olan herkesi Ferrari’si var sanmak gibi bir şey.
Oysa yelken sporunu yapmak demek yelkenli satın almak demek değil ki. Bugün yeteri kadar kulüp olsa insanlar küçük yaştan üstelik bir ücret ödemeden yelkene başlar ve deniz kültürüyle tanışırdı. Futbola harcanan ve vergisiz mergisiz tamamen ülke dışına uçup giden bu paraların onda değil yüzde biriyle yelkene ne yatırımlar yapılabilirdi.
Fatih Terim’e ödenen bir yıllık ücretle Türkiye’de yelken gibi pek çok gelişmemiş, geri kalmış spor dalı kalkınabilir, dünya çapında sporcular, profesyoneller yetişebilir. Ama tabii ne gerek var. Onun yerine İzlanda’dan üç yemek daha heyecanlı...
Ve yelken zengin işi, öyle mi? Güldürmeyin...
Ama bu önyargıları kırmak için çalışması gerekenler de üstlerine düşeni yapmıyor.
Konu çok yönlü, sizi bilgilendirmeye devam edeceğim.