Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni Şebnem Ferah albümünü dinlerken...



“Benim Adım Orman” yılın sonunda gelen, yılın belki de en iyi Türkçe albümü diye düşündüm. Şebnem yine döktürmüş ama eleştirilerim de yok değil


Şebnem Ferah’ın yeni albümü bir süredir merakla bekleniyordu. Acaba nasıl şarkılar yapacak? Müzikte yenilikler var mı? Nasıl hikayeler anlatacak?
“Benim Adım Orman”ı hafta boyu dinledim. Şöyle notlar aldım...
-Los Angeles’taki Capitol Stüdyoları’nda Evren Göknar tarafından yapılan mastering çok etkili olmuş diye düşündüm. Mastering bir albümü dinlenmeye hazırlayan son aşama. Ve seslerin dinlediğiniz cihazdan kulağınıza en dengeli biçimde ulaşmasını sağlıyor. Artık müzik daha çok küçük hoparlörler ve kulaklıklardan dinlendiği için mastering de genellikle bu cihazlara göre yapılıyor. İyi bir tesisatta dinlenince tek katmanlı, derinliği olmayan müzik yavan kaçıyor. “Benim Adım Orman”da böyle bir sorun yok.
-“Şebnem artık şaşırtmıyor” dedim kendi kendime. Bunun bir iyi, bir kötü yanı var. İyi yanı şu: Kaliteli müzik garanti. Yani ondan artık kendi yükselttiği çıtanın altında bir şey gelmesi mümkün değil. Gitarda Metin Türkcan, basta Buket Doran, davulda Aykan İlkan, tabii ki klavyelerde Ozan Tügen ve prodüktör Tarkan Gözübüyük çok iyi iş çıkarmış. Çok takdir ettiğim çello sanatçısı Çağ Erçağ da “Mahalle”, “Ateşe Yakın”, “Serapmış” isimli şarkılarda yer alıyor. Daha pek çok yetenekli müzisyenin katkısı var. Bu sound bu ekibin işi. Birinci sınıf işçilik.
Kötü yanı şu: Bazen insan yeni bir şeyler bekliyor. Bunun için Şebnem doğru adres değil. O müziğinde bir-iki ince ayar yapmak dışında böyle bir maceraya hiç atılmıyor. Her albümde yeni ve çok iyi şarkılar var. Ama müzikte bir evrim bekliyorsanız, beklentiniz boşa çıkacak. Şebnem aslında bir hayranın hayalindeki sanatçı. Hayranların en sinir olduğu şey değişikliktir.

Favori şarkım “Mahalle”
-Bu bir yalnızlık albümü. Şebnem’in hep mutsuz olduğuna ikna oldum. Albümün temel hissi “Zamanla her şey daha kötü oldu”. Şebnem’in ilk ve son albümü arasında genel temalar ve albümün itici gücü olan duyguda bir değişiklik yok: “Yalnızım, mutsuzum. Kaybettim.” Şebnem’in gücü de buradan geliyor aslında. Mazhar Alanson bir keresinde “Mutluysan ‘ne kadar mutluyum’ diye şarkı yazamazsın” demişti. Yazan var, yazmanın yolları da var. Ama kabul ediyorum bizim şarkıcılarımıza keder neşeden fazla yakışıyor.
- “Benim Adım Orman”a dikkat kesildim. Sözlerde Şebnem yalnızlık temasını çevreci metaforlarla anlatmış. “Avatar”ın yerli soundtrack’i gibi olsa yeri garanti...
-“Mahalle”yi kişisel favorim ilan ettim. Gayet etkileyici, dört dörtlük olmuş. Bu da çevreci tonda bir diğer şarkı. Bütün şarkılarda yer alan tiyatral atmosfer burada da var. Zaten albümdeki şarkılar senfoni orkestrası ya da bir müzikalin bölümleri gibi geliyor. Hepsi incelikle işlenmiş. Gitarları da bana eski tarz klasik rock şarkılarını hatırlattı. Ronnie James Dio şarkılarını Soundgarden’ın çaldığını düşünün, vokalde de Chris Cornell yerine Şebnem Ferah var. Aynen böyle.
-Piyano ve gitar eşliğinde söylenen “Ateş Yakın”ı albümün en romantik şarkısı ilan ettim. Ama onda bile dev prodüksiyon var. “Bile” demem şundan. Prodüksiyon bazen çok fazla geliyor. Bazı şarkılarda daha az yan enstrüman, daha az işlenmiş yalın bir müzik aramıyor değil insan. Ama Şebnem’in albümleri minimal değil. Genellikle bir görkeme sahip. Akustik konseri bile böyleydi. Yani garaj sound’unu sevmiyor Şebnem.

Yeni İstiklal Caddesi marşı
-“İstiklal Caddesi Kadar” yeni İstiklal Caddesi marşı olur dedim kendi kendime. Şarkı Beyoğlu gecelerinde yaşanan kısa süren bir aşkı anlatıyor... Kim, nerede ne zaman, nasıl yaşamış bu aşkı, ben bilemem. Ama sözler sağlam. İstiklal Caddesi’nde sabahtan akşama kadar çalmaması için hiçbir neden yok.
Ben bu albümle ilgili saatlerce yazarım ama genel hatlar böyle. Gerisini siz keşfetmelisiniz.
Peki eleştirim ne? Albümdeki tüm şarkılar -ve Şebnem’in tüm eski albümlerindeki şarkılar- aslında aynı şarkının farklı versiyonları gibi. Bu bütünlük çok iyi ama hayata yeni şarkılarla beraber yeni cümleler de lazım sanki.


“Eric Clapton davetiyesi bulalım!”
CNN Türk’te sabahları “Haber Toplantısı” isimli bir program var. Kanalın bölüm şefleri gazetelerdekine benzer bir toplantı yapıyor, her biri kendi alanlarındaki gündemi okuyor. Bu rutin iş televizyonda yapılınca, sade vatandaşın bile ilgiyle izleyebileceği güzel bir program olmuş. Denk gelince zevkle izliyorum.
Hafif Müzik’te iki hafta önce Eric Clapton’ın
13 Haziran’da Santralistanbul’da Steve Winwood ile birlikte Türkiye’ye geleceğini yazmıştık ya, iki gün önce resmi açıklama yapıldı. CNN Kültür Sanat servisi adına
Aslı Öymen bu açıklamayı gündemine almış. Onu okudu.
Peki masadan gelen tepki ne? “Davetiye bulalım”.
Zor. Kültür sanat servislerinin işi çok zor...


Mekanın meşrebini sobasından anlarım!
Evet, soba. Bir mekanın statüsünü, kapısının önünü hangi tür sobayla ısıttığına bakarak anlayabiliyoruz artık. Isıtma sistemi diyenlere inat bunların topuna soba diyorum ben. Sağolasın sigara yasağı, sobayı bir statü nesnesine dönüştürdüğün için...
Isı Piramidi: En fiyakalı, heybetli olanı bu. Ortasından alevler çıkıyor. Yanar döner bir alet. Nişantaşı, Akaretler, Etiler, Bağdat Caddesi civarındaki kafelerimizin, restoranlarımızın vazgeçilmezi. Ama bunu kapıda gördüğünüzde bilin ki hesap sağlam gelecek.
Isı şemsiyesi: Orta ölçekte ama şık mekanlardansanız kapının önüne bunlardan bir-iki tane atıyorsunuz. Piramitler kadar sükse yapmıyor ama fiyakalı. Fiyatlar makul demek bu. Asmalımescit ve Santralistanbul bunlarla dolu.
Izgaralılar: Bu familya klasik tarzda ızgaralı olanlardan. Alnınız yanarken aynı anda poponuz donar ya, bildiniz mi?
Kahveci, simitçi, sandviççi, büfe... Bunu gördünüz mü bilin ki mütevazı bir yerdesiniz, fiyatlar cep yakmaz.
Ve öneri; Vezüv odun sobası: Babaannelerimizin evinden hatırladığımız, borusuna takılı tellerde çorapların havluların kurutulduğu, üzerinde kahve yapılan, kestane kavrulan Vezüv marka sobaları bulunuz. Bir yerlerde varlar muhakkak. Kapının önüne koyunuz. Herkes başına üşüşsün. Üzerinde kestane yapınız. Tanesi 10 milyondan onu da alan görgüsüz çıkar elbet.


“Avatar” ne anlatıyor?
Herkes bir şeyden bahsetmeye başlayınca hafiften gıcık olup o şeye tavır alanlardan mısınız? Ben öyleyim.
Böyle olunca beğeni çıtası yükselir bende ve beğeneceğim varsa da yalan olur o iş.
“Avatar”a işte bu düşüncelerle neredeyse zorla götürüldüm. Ama ikinci dakikada her şey geride kaldı. Üzülerek sinema yazarlarının senaryo şöyle, mantık böyle eleştirilerini yersiz bulduğumu söyleyeyim. Sinema aynı zamanda da “entertainment” yani eğlencedir.
Film insana bir noktada hayata yeniden başlamanın mümkün olduğu hissini veriyor. İnsan isterse (ve tabii asıl konu şu ki “yerse”) hayatına belli bir yaşta da olsa yeniden başlayabilir aslında.
Bunu beceren varsa bana yazsın, tartışalım. Not: Avatar, Hindu mitolojisinde bir Tanrı’nın bir hayvan vücudunda yeryüzüne inmesine deniyor. Modern dünyada ise daha çok online internet oyunlarında hayat verdiğiniz kişilik Avatar’ınız oluyor.