Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ahmet Bey, sabah saat 7.00’de guguklu duvar saatinin çalmasıyla gözünü açtı.
Yünlü köy yorganını kaldırdı.
Eşinin pazardan aldığı çizgili pijamalarını çıkarıp şıbıdık terliklerini giydi.
Hacı Şakir şampuanı ve yeşil sabunla duşunu aldı.
İpana ile dişlerini fırçaladı.
Arçelik ile saçlarını kuruttu.
Kiğılı gömleğini ve İGS takımını giydi.
Rize çayını içti.
Arçelik televizyonda haber özetlerini ve spor haberlerini izledi.
Köstekli cep saatine baktı.
Aile fertlerine “Allahaısmarladık” deyip Renault otomobiline bindi.
Vestel radyosunu açarak, Türk Sanat Müziği dinledi.
Ağzına bir akide şekeri attı.
Şehrin merkezinde bulunan işhanındaki yazıhanesine gitti.
Arçelik bilgisayarını açtı.
Çaycıdan orta şekerli Türk kahvesi istedi.
Öğlen Hacıoğlu’na gitti.
Ayaküstü, lahmacun ve ayranı mideye indirdi.
Samsun sigarasını yakıp Cumhuriyet gazetesini karıştırdı.
Akşam üzeri iş çıkışı meyhaneye uğradı.
Rakısını yudumladı, sonra köşedeki bakkala girdi.
Eşinin sipariş ettiği arap sabunu, tuz ruhu, Duru şampuan, tuvalet kağıdı, Uludağ gazoz ve Eyüp Sabri Tuncer kolonyasını alarak kasaya yanaştı.
Hafta sonu eşi ile birlikte semt pazarına gitti.
Yeşil Kundura ayakkabı ve Mısırlı çorap satın aldı.
Akşam evde bir gazetenin verdiği Türk mutfağı ilavesine göz attı.
TV kanalları arasında dolaştı.
Yaprak Dökümü, Kurtlar Vadisi ve Kurtuluş belgeselini izledi.
Aynı anda Türk Dünyası dergisini karıştırdı.
Uykusu gelen Ahmet Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye gerindi...
Sabah uyandı... Çayı ocağa koydu.
Milletin ne zaman uyanacağını beklemeye başladı!
Hâlâ bekliyor. (İnternetten)

Haberin Devamı

Bolçi’den haber...

Bundan beş yıl önce bir Ankara dönüşü Bolu Dağı’ndaki Varan tesisinden iş olsun diye bir kutu çikolota almıştık. Kutunun üzerinde “Bolu dağının fındığından yapılmıştır” yazıyordu. Yerli ürün olması ilgimizi çekmişti. Adı da zaten BOLÇİ idi, yani Bolu Çikolotası... Otobüs hareket edince ağzımıza bir tane attık... Bir tane daha... Derken İstanbul’a gelene kadar kutu bitti... Öyle bir lezzet ki... Atıştırmaya başladınız mı duramıyorsunuz...
Bolçi o zamanlar sadece Bolu’daki otobüs tesislerinde bulunabiliyordu...
Hızla büyüdü, yayıldı. Bugün artık her tarafta bulabilirsiniz...
Yalnızca Bolçi satan büfeler bile açıldı.
Bolu’da bir pastanede başlayan üretim almış başını gidiyor.
2000 yılında günde 35 kilo üretim yaparken bugün günlük üretim 3,5 tona çıkmış.
Patron Hasan Aksoy diyor ki:
- Artık atölye aşamasından fabrika aşamasına geçiyoruz. Yakında 12 dönüme kurduğumuz fabrikayı açacağız...
Çikolotayı eskiden Pelit’ten alırlarmış, artık kendileri üretiyorlar.
İhracatta çok hızlı bir yükselişten söz ediyor Hasan Bey...
Belçika, Danimarka gibi çikolotanın ana vatanı ülkelere bile ihracat yapıyorlar... Özellikle fındıklı, fıstıklı, bademli, cevizli çikolataları tutuluyormuş...
Bir Türk işadamının bir Türk markasıyla sıfırdan büyüyüp dünya pazarlarına açılmasına tanıklık ettiğimiz için mutluluk duyuyoruz...

Haberin Devamı

Avukat Serkan Günel: Az tutuklamalı, bol tahliyeli bir yıl diliyorum, diyor...
Hukuk ve adalet, mahkemelere dargın durmasın...

Haberin Devamı

Yeni yıl

Yeni bir yılın ilk sabahındayız... Gönüller umutları yeniliyor... Sevgiler, aşklar, heyecanlar, beklentiler tazeleniyor... Yeni yılda bir şeylerin değişeceği en azından umut ediliyor... Ancak... Şarkıların söylediği gibi... Her şey sana bağlı... Bu dünyayı güzelleştirmek, eğrileri doğrultmak, ezileni kurtarmak, haksızlığı kovmak, eşitliği, adaleti, insanlığı savunmak hayatın sana verdiği görev... Elbet sevgileri, aşkları ihmal etmeden.
Sözün burasında Can Baba’ya kulak verelim:
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü...
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin...
Yaşadıklarını kâr sayma,
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna.
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün...

Rektör

Neden ODTÜ’deki büyük olaylar sonrası hiçbir rektör ODTÜ Rektörü’nü desteklemedi, diye soruluyor...
Hapishaneye bakın anlarsınız...
Bir rektör, Mehmet Haberal, üç yıldır “Suçum ne?” diye soruyor cevap alamıyor.
Bir başka rektör, Fatih Hilmioğlu, ölümle pençeleştiği halde tahliye edilmiyor.
Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz, suçunun ne olduğunu bilemeden mahkemeye çıkarılacağı günü bekliyor.
Rektörlerin sessizliği anlaşılıyor...
Fakat Başbakan’ın ODTÜ’ye neden en az 2500 polisle birlikte gittiği anlaşılamıyor. Bu planlanmış bir polisiye operasyon muydu?

ODTÜ’yü kınayan Öğrenci Konseyi Başkanı, Sağlık Bakanı’nın maaşlı adamı çıkmış.
Anlaşıldı. Yani öylesine beleşine kınamamış!
Fahrettin Fidan

Furt

Almanya’nın finans merkezi Frankfurt, bir zamanlar Alman bankacılık sektörünün parlak vitriniydi ve borsacılar arasında “Bankfurt” olarak anılıyordu.
Yunanistan’ın 300 milyar euroluk borcunu ödeyememesiyle başlayan Avrupa finans krizi, AB’nin finans başkenti Frankfurt’un adını da değiştirtti.
Frankfurt, artık Krankfurt diye anılıyor.
Krank malum... Almanca’da “hasta” demek...