Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu yıl da “Ermeni soykırımı” iddiaları içeride ve dışarıda tartışıldı. Soykırımı tanıma kervanına yeni ülkeler katıldı. Anlaşılan, konu önümüzdeki yıllarda da farklı biçimlerde tartışılmaya devam edilecek.

“Çağdaş demokrat” olma testi
İlginç olan, “Ermeni soykırımı” üzerinden geliştirilen demokratlık testlerinin yapılmaya başlanması. Soykırım tezini savunanların “çağdaş demokrat”, savunmayanların ise demokrat olmadığı algısı inceden inceye işleniyor. “Standart belirleme yetkisine sahip” olanlar, içeride ve dışarıda “çağa uymanın” öncelikli koşulunun bu olduğuna inanmamızı istiyorlar.
Bu yaklaşım, “soykırım” tartışmalarını tarihi, askeri, hukuki, insani bir konu ve kavram olmaktan çıkarıyor. Günlük ideolojik ve politik tartışmalara göre şekillenen “saf belirleme” aygıtı haline dönüştürüyor. Nitekim bazılarının, içeride ve dışarıda, kanaatlerini biçimlendirenin günlük politik çıkarlar ve çatışmalar olduğu açık.
Konu, şimdiye kadar, hukuki ve siyasi çerçevede ele alındı. Daha az olan ve gözden kaçan ise askeri boyutu. Birinci Dünya Savaşı’na giden yol, sömürgecilik, milliyetçilik, sınıf mücadelesi gibi ideolojik çatışmalar, farklı jeopolitik okumalar, kitlesel üretime dayanan endüstrileşme ve teknolojik değişimle şekillendi.

Haberin Devamı

Ayaklanma ve ötesi
Topyekun savaş kavramının biçimlendiği Birinci Dünya Savaşı, taraflar için bir beka mücadelesiydi. Endüstrileşmesini tamamlamış ülkelerin simetrik savaşının zirve yaptığı bu dönemde, diğer çatışma türlerinin de devreye sokulması kaçınılmazdı. Savaş öncesi, siyasetçileri ve generalleri meşgul eden, Balkanlar ve Afrika’da olduğu, gibi ayaklanmalardan söz ediyoruz.
Sömürgecilik karşıtı veya milliyetçi ayaklanmalar 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başına damgasını vurdu. Modern dönem askeri mahfillerde “ayaklanmaları bastırma” konusunda yeni eğilimler, yaklaşımlar ve doktrinler ortaya çıktı. Ayaklanmaların bastırılmasında uygulanacak yöntemler İngiliz, Amerikan, İspanyol, Rus, Alman ve Fransız askeri doktrinlerince şekillendi. Şu örnek tek başına bile savaş öncesi genel kabul görmüş askeri eğilimleri anlamaya yeter.
İngiliz Charles Callwell’s’in 1896’da yayımladığı “Küçük Savaşlar: Prensipler ve pratik” isimli doküman, ayaklanmaların nasıl bastırılacağını, ayaklananların nasıl cezalandıracağını yazar. Sahadaki uygulamayı anlamak için, 1902, Güney Afrika’da Boer savaşına bakmak yeter. İngilizlere direnen yerliler, toplama kamplarına konuldular. Çoğu kadın ve çocuk 116 bin sivilin 28 bini kötü koşullar nedeniyle öldü. Bir diğer kamp serisinde ise ölü sayısı 20 bin civarındaydı. Yerlilere diz çöktürmek isteyen İngilizler, 30 bin evi yaktılar. Yerlilerin binlercesini, Bermuda, Sri Lanka ve Hindistan’a sürdüler. (Bkz. Modern Insurgencies and Counter-Insurgencies, Ian F.W. Beckett, Routledge, 2003)
Yirminci yüzyılın başında topyekun savaş başladığında Osmanlı yöneticileri bunun bir beka sorunu olduğunun farkındaydılar. Savaşan taraflar, cephede ve cephe gerisinde ellerindeki tüm imkânları kullanacaklardı. Nitekim de öyle oldu.
Ermeniler, kendi siyasi hedefleri için ayaklandılar. Hükümet de siyasi ve askeri tedbir olarak tehcir kararı aldı. Bu, zamanın ayaklanmayı bastırma yöntemlerine uygundu. İki taraf içinde askeri hamlelerin siyasi, insani ve askeri sonuçları kaçınılmazdı. 1915’te olan da budur. Bugünkü değerlerle tarihi yargılamak, “demokratlığın” değil, olsa olsa taraftarlığın ölçüsüdür.