Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

‘Kürt meselesi’nin çözümü sürecinde, ‘Türk meselesi’nin de dikkate alınması gerektiğini, toplumların barışmasının esas olduğunu söyleyenlerden biriydim. Nitekim, BDP’liler bu konuyu ciddiye aldıklarını defalarca ifade ettiler. Ancak, maalesef bu konu da diğer birçok konu gibi, Kürtleri ‘oyalama’ siyasetinin bir parçası haline geldi. ‘Türk kamuoyu buna hazır değil!’, ‘Türk kamuoyu bunu kabullenemez!’ gerekçeleri, ‘Kürt meselesi’nin yeni ‘tıkaç’ları arasına girdiler.
‘Türk meselesi’nin halli, yani Türkiye’de büyük çoğunluğun, ‘Kürt meselesi’nin çözümü açısından uzlaşmaya, barışmaya yanaşması, elbette durduk yerde ve mevcut terminoloji ile olamayacak. Bu süreç açısından en önemlisi, öncelikle kamuoyunu yanıltan, düşmanlığa sevk eden ‘dil’i, ‘terminoloji’yi tartışmaya başlamak. Bugünlerde, dün ‘Kürt açılımı’nın önde koşanları da dahil birçokları, ‘terminoloji’ konusunda ‘sinsi’ bir çabanın varlığından söz ediyorlar. Benim sinsilikle işim olmaz, açıkça söylüyorum; öncelikle terminolojiyi tartışma konusu yapmak zorundayız.

‘Teşhis’ten başlamak lazım
Birincisi, PKK resmen ‘terör örgütü’ olarak tanımlanıyor, diğer taraftan ‘Kürt meselesi’nin çözümünün ‘terörle mücadele’ çerçevesinde olamayacağını birçok farklı çevre kabul ediyor. O halde, önce ‘teşhis’ten başlamak lazım; aslında, PKK, ‘silahlı Kürt siyasal hareketi’. Bu onu ‘meşru’ veya ‘masum’ kılmıyor. ‘Silahlı siyasal mücadeleyi’ meşru ve makbul kabul etmek başka şey, tanımını yapmak başka şey.
İkincisi, ‘meşruiyet ve yasallık’ her zaman örtüşmeyebilir. Bir toplumda, bu iki kavram farklılaşmaya başladıysa, siyasal-toplumsal kriz durumu yaşanır. Türkiye’de, başta Kürt meselesi çerçevesinde olmak üzere, bu türden bir kriz yaşandığı aşikârdır. Şu anda, Türkiye’de çoğunluğun ‘terör’ dediğine, azınlık da olsa toplumun bir kesimi, ‘siyasal mücadele’ diyor. Çoğunluğun ‘teröristbaşı’ dediğine, diğerleri ‘kahraman’ gözü ile bakıyor. Toplumun azınlık da olsa bir kesimi için ‘yasal’ olan ‘meşru’ değil. Bu türden durumlar, sıradan ‘fikir ayrılığı’ değildir, tehlikeli bir kriz durumudur. Bu türden krizlerin aşılması, herkes için ‘yasal’ olan ile ‘meşru’ olanın yeniden buluşmasıdır. Mevcut durumda bu buluşmaya doğru değil, ayrışmaya doğru keskin bir gidiş vardır ve öncelikle bu sorunu ciddiye almak gerekir.
Öcalan’a ‘ev hapsi’ önerisi, mevcut koşullarda, doğal olarak infial uyandırıyor. Bir büyük uzlaşma ve barışma süreci başlamadığı sürece, Kürt meselesinde atılabilecek her adım infial uyandırmaya devam edecek. Asıl ‘sinsice’ olan, toplumu barıştırmaya çalışmak yerine, Kürt meselesini ‘Öcalan meselesi’ne indirgeyip, kapalı kapılar ardında pazarlıkla halletmeye çalışmaktır. Kürt meselesini ‘Öcalan meselesi’ne indirgemeye çalışanlar, Kürt siyasal hareketi değil, toplumsal bir hareketi, lideri ile pazarlıktan ibaret görenlerdir. Bunlardan biri, Öcalan’a ‘ev’ değil, ‘köşk’ vaat ediyor. Sinsi bir pazarlığa girişerek, ‘bu köşkün inşa edilebilmesi seçimden sonra çıkacak sonuca bağlı’ diyor. Bu şu demek; ‘AKP’nin Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluk almasını bekleyin, sonra taleplerinizi karşılayacağız’!

Samimiyet birinci koşul
Kürt siyasal hareketi ‘köşk’ istemiyor, taleplerinin ciddiye alınmasını istiyor. Bu yolda, AKP’ye ‘genel vekâlet’ vermek istemiyor, kendi kendisini daha iyi temsil edecek koşullar talep ediyor. Kürt sorununun barışçı ve demokratik yollardan çözümünden söz edenlerin, parlamenter temsil yolunu güçlendirmek üzere yüzde on seçim barajında neden ısrarlı olduklarını izah etmeleri mümkün değil. Üstelik seçim barajı sadece Kürt meselesi için değil, genel olarak demokratik temsil ve ‘demokratik Anayasa’ hazırlığı açısından çok önemli bir konu.
Diğer taraftan, Kürt meselesinin çözümü, demokrat aydınlar başta olmak üzere, birçoklarının üzerine abandığı ‘Kürt dili’ meselesinden ibaret değil. Ayrıca, bırakalım, ‘çok dillilik zenginliktir’ edebiyatını. Kürt siyasal hareketinin talepleri, ‘annelerin ninni söylediği dil’ meselesinin çok ötesinde ‘siyasal statü’ talepleri. Kimsenin ninni dinlemek için izin istediği yok! ‘Türk kamuoyu’nu da, farklı renklerdeki ‘Kürt kamuoyu’nu da bunlarla oyalamaya kimsenin hakkı yok. Samimi olmak ‘zor’u başarmanın birinci koşuludur.
Binlerce şehidin acısını hesaba katmayanlar, çözüm için ‘zor’ olanı göze alanlar, almayı teklif edenler değil, Anadolu çocuğunun kanı üzerinden ‘kolay’ konuşanlar. Bu kolay değil, son derece zor ve vebali büyük bir mesele, önce bunu kavrayalım, daha fazla kan akmasın!
Not: Dünkü yazımda Gannuşi’ye ilişkin not dizgide ana metine karışmış, anlam bozukluğu olmuş, hepinizden özür dilerim.