Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dün Brüksel'de AB Genel İşler Konseyi'nde, üye ülkelerin dışişleri bakanlarına hitap etmesi, Türkiye - AB ilişkilerinde önemli bir gelişmenin işaretini verdi.
       Gerçi resmi ağızlar, Cem'in Brüksel'de, davet üzerine, meslektaşlarına bir konuşma yapmasının ve AB yetkilileri ile görüşmesinin, Lüksemburg zirvesinden bu yana izlenen politikadan vazgeçme anlamına gelmediğini söylüyorlar. Bu politika, AB ile adaylık konusunda diyaloğu askıya almayı öngörüyordu. Ancak Dışişleri Bakanı'nın Brüksel ziyareti, şimdi en azından fiilen diyaloğun başlamakta olduğunu ortaya koymuş bulunuyor.
       Buna "diyalog" densin veya denmesin, Türkiye ile AB arasında yeni bir sürece girildiği açık. Aslında diyalog sözcüğü üzerinde de fazla duyarlı davranmaya gerek yok. Kaldı ki, bu "diyalog"un yeniden başlaması, Türk diplomasininin başarısı olarak görülmelidir. Çünkü bu noktaya gelinmesi aslında AB'nin ve bu arada şimdiye kadar Türkiye'ye karşı olumsuz davranan bazı üyelerin geri adım atmasının bir sonucudur.
       Nitekim, Cem'in Brüksel'e davet edilmesi ve kendisine Türkiye'nin görüşlerini açıklamak fırsatının verilmesi önerisinin dahi, Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu'dan geldiğini unutmamak lazım...
       * * *
       BU noktaya gelinmesinde, başta Almanya olmak üzere, birçok AB üyesinin artık Türkiye'ye adaylık statüsünün verilmesi lehinde bir tavır almasının büyük rolü var. Papanderu'nun Yunanistan'ın Türkiye'yi AB içinde görmeyi arzulamakla kalmayıp, "Avrupalı bir Türkiye"den yana olduğunu söylemesi, değişikliğin ne ölçüde "karşı taraftan" geldiğini gösteriyor.
       Bu durumda, Ankara'nın "AB ile konuşacak bir şey yok" deyip hareketsiz kalması elbet düşünülemezdi. Belki bazı "şüpheciler" hala bunun altında bir "oyun" görecekler ve AB'nin sergilediği "üslup farkı"nın, sadece Türkiye'den insan hakları, Kürt sorunu, Kıbrıs ve Ege sorunlarında "ödün" koparmak amacını güttüğünü söyleyecekler veya yazacaklardır...
       Ancak biz çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, Türkiye'nin "diyalog"dan korkmaması gerektiğine ilişkin inancımızı koruyoruz...
       * * *
       BU diyaloğun amacı, dün Cem'in Brüksel'de yaptığı gibi, Türkiye'nin tutumunu bütün açıklığı ve kararlılığı ile anlatmaktır.
       Türkiye'nin adaylığı, bir pazarlık konusu yapılmıyor. "Yol haritası", adaylığın - diğer 11 aday için olduğu gibi - kabul edilmesinden sonra belirlenebilir. Türkiye'nin üyeliğe giden yolda ne gibi adımlar atması gerektiği ancak o zaman tartışılabilir.
       Sanıyoruz Türkiye'nin pozisyonu (dün Brüksel'de yapıldığı gibi) iyice anlatılırsa, AB aralık ayındaki Helsinki zirvesinde, eşit adaylık statüsünü verecektir.
      
Bunun için Türkiye'nin iki alanda yoğun çaba harcaması gerekir. Birincisi, destek arayışını resmi ve özel kanallardan sürdürmesidir. Bunda Dışişleri kadar sivil toplum örgütlerine de büyük görevler düşüyor.
       İkincisi, önümüzdeki 3 ay içinde, Türkiye'nin demokratikleşme hareketine hız vermesidir. Son haftalarda atılan bazı adımların AB çevrelerinde olumlu bir etki yaptığı şimdiden görülüyor. Açıkçası, Türkiye "ev ödevi"ni ne kadar hızla ve başarı ile yerine getirirse, AB ile ilgili beklentilerinin gerçekleşmesi de o nispette mümkün olur...



Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr