Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan son zamanlarda AB’ye verdiği bir mesajı, önceki gün Almanya ziyareti öncesinde de tekrarladı: “Türkiye’yi üye olarak istemiyorsanız, açık konuşun, bunu resmen söyleyin. Biz de ona göre ne yapacağımızı bilelim...”
Başbakan AB yetkililerine böyle seslenmekte haklı. AB ile katılım müzakereleri sürecinin tıkanması karşısında, Türkiye’nin gerçekten sabrı tükeniyor. AB üyeliği umudunu büyük ölçüde kaybeden halk kadar şimdi hükümet de, AB’nin gerçek ve samimi niyetini öğrenmek istiyor.
Peki, AB adına bir yetkili çıkıp açık seçik “Birlik sizi üyeleri arasında görmek istemiyor, boşuna uğraşmayın” der mi?
AB Komisyonu veya Konseyi adına kimse böyle demiyor. Üye ülkeler arasında bunu en açık şekilde söyleyen bir Fransa -daha doğrusu Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy- var. Nitekim, Fransız lideri geçen hafta Ankara’da açık konuştu: Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını, ona farklı bir statü vermek gerektiğini söyledi ve bunun sadece kendi görüşü olmadığını, başkalarının da böyle düşündüğünü, ama kendisinin bunu dobra dobra söylemek cesaretini gösterdiğini iddia etti.

Bugün var, yarın yok
Aslında Sarkozy’nin bu söylediklerinde bir yenilik yok. Bu lafları daha önce de sarf etmişti. Hatta Almanya Başbakanı Angela Merkel’i kendisi gibi düşünenler arasında saymıştı.
Ama ilginçtir, Erdoğan’ın önceki günkü Almanya ziyaretinde Merkel yaptığı konuşmada Türkiye’nin AB üyeliği konusuna hiç değinmedi bile. Bu, fikir değiştirdiği anlamına gelmez tabii. Şansölye herhalde şu sırada Sarkozy gibi, Türkiye’nin şimşeklerini üstüne çekmek istemiyor.
Ama sonuçta, Sarkozy veya Merkel gibi birkaç liderin düşüncesi veya söylemi Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması, 27 üyeli birliği bağlamaz: Olsa olsa bu aşamada engel çıkarır, süreci aksatır, havayı bozar. Unutmamalı ki bunlar üye ülkelerin seçim yolu ile işbaşına gelen liderleridir. Bugün varlar, yarın yoklar. Nitekim Sarkozy’nin gelecek yıl Fransa’da yapılacak seçimlerde seçilmemesi ihtimali çok yüksek.
Bununla beraber, bazı Avrupa ülkelerinde özellikle kamuoyunda Türkiye’nin AB üyeliğinin istenmediği, bazı politikacıların da buna ayak uydurduğu bir gerçek...
Buna karşılık diğer bir gerçek de, hiçbir liderin ve hele hiçbir AB yöneticisinin “Türkiye’yi aramızda üye olarak görmek istemiyoruz” deyip ipleri koparmaya niyeti olmadığıdır. Bu bakımdan Başbakan’ın yaptığı çağrıya direkt ve açık bir karşılık beklememek lazım.
Bu yüzden bütün Avrupa liderleri (Sarkozy dahil) ve bütün AB yöneticileri, “katılım müzakereleri sürecinin devamı”ndan yana. Avrupalıların hemfikir olduğu bir husus varsa o da şimdiki konjonktürde, özellikle bölgesel gelişmelerle konumu ve önemi artan Türkiye’yi “kaybetmek lüksü”ne sahip olmadığıdır.

Ne biri, ne diğeri
Aslında Türkiye de Avrupa’yı kaybetmek istemiyor. Türkiye için AB üyeliğinin siyasal, stratejik, ekonomik, sosyal değeri, kolayca vazgeçilmeyecek kadar yüksektir. Türkiye’nin modernleşmesi ve demokratikleşmesi kadar, bölgedeki ve dünyadaki konumu da bu değerle direkt ilintilidir.
Ankara’nın yıllardır süren AB yolculuğunu kararlılık ve sabırla sürdürmesinin nedeni de budur. Dolayısıyla AB gibi Türkiye de ipleri koparmamaya, süreci kesmemeye hep özen göstermiştir.
Bu karşılıklı oynanan bir oyun gibi. Ne AB Türkiye’ye, “biz sizi istemiyoruz” diyor; ne de Türkiye AB’ye “biz bu işten vazgeçiyoruz” diyor.
Şimdilik durum bu.