Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ULUSLARARASI Basın Enstitüsü (IPI) yıllık kongresini, dünyanın dört bucağından gelen editör ve yazarların, ayrıca önemli politikacıların ve akademisyenlerin katılımı ile, bu kez İspanya'nın tarihi kenti Granada'da yapıyor.
Kral Juan Carlos tarafından açılan 3 günlük Konferans'ın burada düzenlenmesi, IPI Başkanı Peter Preston'un belirttiği gibi, özel bir anlam taşıyor. Granada tarih boyunca çeşitli dinleri ve kültürleri kaynaştıran bir kent. İspanya'da, son 20 yıl içerisinde demokrasiye geçişi başarı ile gerçekleştiren ve bugün Avrupa'nın mimarisinde faal rol oynayan bir ülke.
Bu bakımdan, IPI'nin Granada toplantısı, özellikle Avrupada'ki trendleri yansıtan bir forum oluşturuyor. Hem de, Avrupa Birliği'nin (AB) temellerinin - Roma anlaşması ile - atılmasının tam 40'ıncı yıldönümünde.
Konferansın ilk gününde, Avrupa'nın geleceği ile ilgili verilen mesajlar, Türkiye'nin AB kapılarını zorladığı şu sırada, dikkate alınmaya değer...
* * *
AB, 40 yıl önce, bir Gümrük Birliği olarak, ama bir ekonomik ve siyasal bütünleşme vizyonu ile yola çıkmıştı. Birlik, bu yolda hatırı sayılır bir mesafe katetti. Onbeş üyeli bir topluluk olarak, dünyanın en zengin ve güçlü uluslararası grubu haline geldi.
Bugün AB, ekonomik ve siyasal entegrasyonda daha ileri adımlar atma hazırlığı içinde. Bu adımlardan biri de, ortak para sisteminin kurulmasıdır. Siyasal alanda da hedefi gelecek yıllarda federalizme yönelmek, böylece bir nevi Birleşik Avrupa Devletleri'nin temellerini atmaktır. Kuşkusuz bu, üye ülkelerin, eski milliyetçilik kavramından uzaklaşmalarını, hatta egemenlik haklarından da fedakarlık yapmalarını gerektirecektir.
Avrupalılar - daha doğrusu AB'nin başını çeken ülkeler - bu kadar ileriye gitmeye hazır mıdırlar? Bunun tartışması devam ede dursun, halen Avrupa topluluğunda ilk bakışta bütünleşmeye ters görünen bir bölgecilik akımı da güç kazanıyor. İspanya'dan Belçika'ya, İngiltere'den Fransa'ya kadar birçok AB üyelerinde bölgecilik, hatta ayrılıkçılık trendi güç kazanıyor.
AB içindeki "küreselleşme" ideali ile bu "bölgecilik" akımı nasıl bağdaştırabilir? İşte IPI Konferansı'nın ilk gününde bu konu, enine boyuna tartışıldı.
Panelde yer alan İspanya'nın Katalonya bölgesi yerel yönetiminin başkanı Jordi Pujol, İngiltere'nin İskoçya bölgesindeki Ulusal Parti liderlerinden Allan Mocarthey, Belçika'da Flamanların milliyetçi hareketinin önde gelenlerinden Nelly Maes, bölgeciliği, etnik kökenleri veya kültürleri farklı toplumların "self - determinasyon" yani kendi statülerini belirleme hakkını savundular. "Ulus - devlet" konseptinin artık 21'inci yüzyıla girerken değişmekte olduğunu belirttiler. "Self - determinasyon"un mutlaka, ülkeyi bölmek ve bağımsızlığı ilan etmek, ayrıca arzulanan sonuca şiddet yolu ile varmaya çalışmak anlamına gelmediğini de vurguladılar.
AB Komisyonu (yani yönetim organı) üyesi Marcelino Oreja, bu tür bölgecilik ve kimlik kavramına karşı çıkmadı. "AB etnik ve kültürel farklılığı hoşgörü ile karşılamak ve buna saygılı davranmak zorundadır. Bölgecilik, bütünleşmeye karşı sayılmamalıdır. Avrupa'da federalizmi pekiştirirken, bölge farklılıklarını da kabul edebiliriz" şeklinde konuştu...
* * *
BÜTÜN bu konuşmalar, AB içindeki ülkelerin bölgecilik adı altında, devlet içindeki farklı etnik ve kültürel gruplara karşı yeni bakış açısını ortaya koyuyor. Bu söylenenler, AB üyelerinin "resmi politikası"nı yansıtmasa bile, bugün Avrupa'da yeni fikir rüzgarlarının ne yönde esmekte olduğunu gösteriyor.
İspanya gibi, 14 bölgeye geniş oranda özerklik veya öz - yönetim olanakları tanımış olan ülkeler, yeni sistemi başarı ile yürütüyor. Geçen yıl seçimlere kadar ayrılıkçılara karşı katı bir tavır takınan bugünkü Başbakan, tutucu Halkçı Parti lideri Jose Maria Aznar, dahi tam çoğunluğa sahip olmadığı için, "milliyetçi" Katalanların desteği ile ayakta kalabiliyor. Gerçekte İspanya bugün eski klasik merkeziyetçi yönetim sisteminden uzaklaşmış bulunuyor. İspanyollar buna ulusal veya ülkenin toprak bütünlüğüne karşı bir tehlike olarak bakmıyorlar artık aksine bölge ve yerel yönetim sisteminin son yıllarda İspanya'nın hızlı gelişmesine ve Avrupa standardlarına ulaşmasında önemli bir rol oynadığını savunuyorlar.
Marcelino Oreja'nın deyişi ile, İspanya AB'ye girerken, sadece ekonomik bir anlaşma imzalamadığının, bunun iç ve dış politikasını etkileyecek ve Avrupa ile aynı değerleri ve eğilimleri paylaşmayı gerektirecek tarihi bir dönüm noktası olacağının bilincinde idi...
Bugün Avrupa camiasının bir parçası olmak da, zaten başka türlü mümkün olamaz...