Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arap dünyasındaki yeni halk hareketi dalgasının ortak özelliği, kanlı geçmekte olmasıdır.
Despot rejimlere karşı ilk ayaklanmalara sahne olan Tunus ve Mısır’da olaylar şiddete pek başvurmadan cereyan etmiş ve “sokaklar” kısa zamanda galip gelerek diktatörlerin alaşağı edilmesini sağlamıştı.
Haftalardan beri Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn’de süre gelen ayaklanmalar ise öyle olmuyor. Bu ülkelerde çok kan döküldüğü gibi, iktidardakiler kuvvete başvurarak direnmeye, sokaktakiler de bastırmaya devam ediyor...
Libya’daki durum tam bir iç savaş faciası. Burada ordu ile isyancılar iki aydır çatışıyorlar. Kaddafi isyancılara karşı kuvvetlerini amansızca kullanıyor, onları hâkim oldukları yerlerden söküp atmak için, kentleri viraneye çevirmekten, çoluk çocuk, sivilleri öldürmekten çekinmiyor. NATO’nun “sivilleri Kaddafi’nin gazabından kurtarmak” amacıyla giriştiği operasyonlar ise, ne askeri, ne de siyasi alanda beklenen sonucu vermedi.
Kaddafi koltuğunu korumak için her şeyi göze almış durumda. Ufukta bir çıkış yolu gözükmüyor.

Sokakların sesi
Libya’dan sonra “Arap baharı”nın en çok kana bulandığı ülke Suriye.
Bu ülkede sokak gösterileriyle başlayan halk hareketi, son günlerde gerçek bir ayaklanmaya dönüştü.
Başta göstericilerin isteği, özgürlüktü, yani Esad rejiminin siyasi reformlar yapması, bu arada olağanüstü hali kaldırmasıydı.
Ne var ki, Beşar Esad başta “sokağı” yanlış okudu, gösterileri dış güçlerin ve provokatörlerin işi olarak gösterdi. Daha kötüsü sokaklara dökülenlere ateş açılmasına izin verdi.
Geçen perşembe günü Esad, olağanüstü halin kaldırılmasına ilişkin kararını ilan etti. Ama bu artık çok geçti. Cuma günü insanlar gene sokaklara döküldüler. Bu kez sadece özgürlükleri kısıtlayan tüm yasaların değiştirilmesi ve siyasi tutukluların serbest bırakılması değil, aynı zamanda Beşar Esad’ın çekilmesi de isteniyordu.
Esad’ın buna mukabelesi daha sert oldu. Güvenlik güçleri halka fütursuzca ateş açtı. Ertesi gün cenazelerin kaldırılması sırasında da aynı yöntem uygulandı. Sonuçta iki gün içerisinde 130 kişi öldü.
Suriye’deki olaylar devletin kullandığı şiddetin, gösterileri yatıştırmak yerine aksine daha da kızıştırdığını ortaya koydu. Reform yanlısı olduğu sanılan Beşar Esad’ın halkın isteklerini karşılama konusundaki tereddütleri, zaman zaman güven kaybına yol açtı. Esad, çevresindeki güçlere (güvenlik, istihbarat vs gibi) güvenerek halka ateş edilmesine göz yummakla, hayatının en büyük hatasını yaptı.
Şimdi bu olayların yayılmasını önlemek daha da zorlaşıyor. Sokaklarda, reformun ötesinde talepler seslendiriliyor ve bu arada rejim değişikliği isteniyor.

İş işten geçince...
Suriye’deki olayların, Libya’dakiler gibi bu saatten sonra nasıl gelişeceğini kestirmek çok zor. Bir kere sokaklar kana bulanmasın... Her şey olabilir.
Liderlerin halkın sesine zamanında kulak verip gereğini yapmaması halinde bu tür hareketleri durdurmanın mümkün olmadığı bir kez daha açıkça görülüyor.
Bunun son örneği de şimdi Yemen’de yaşanıyor. Bu ülkede halk 3 aydır sokaklarda. Salih rejimi bu hareketi bir hayli kan döküldükten sonra, nihayet geçen cumartesi kendi dokunulmazlığının sağlanması şartıyla, bir ay içinde çekilmeye razı oldu.
Ama çok geç. Sokaklar artık böyle şartlar duymak istemiyor, diktatöre güvenmiyor.
Libya’dan Suriye’ye ve Yemen’e kadar, Arap coğrafyasındaki “domino etkisi” ne yazık ki şiddet, kan ve belirsizlik şeklinde kendisini gösteriyor...