Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami Kohen

DEMEK ki olabiliyormuş...
Türkiye, "Eurovision"da iyi derece alabiliyormuş...
Ondokuz yıl süren düş kırıklığından sonra, Şebnem Paker'in yorumladığı Levent Çoker'in "Dinle" adlı bestesinin Türkiye'ye kazandırdığı üçüncülük, nihayet yüzümüzü güldürdü, gönlümüzü rahatlattı ve... belki de çoğumuzun bir saplantısını - veya kompleksini - yıktı.
Yıllar boyunca, milyonlarca Türk'ün "Eurovision" şarkı yarışmasını, TV ekranlarının başında milli bir heyecanla nasıl izlediğini anımsayın. Avrupalıların sadece bir müzik veya sanat olayı olarak gördüğü bu müsabakayı, bizim nasıl bir "ulusal dava" haline getirdiğimizi düşünün.
Yarışma gecesi Türkiye'de hayat adeta dururdu. Katılan sanatçılarımız sonuç alamayınca da, şu iddialar ve gerekçeler ortaya atılırdı: "Yarışmaya politika karışıyor... Bizi sevmedikleri için kimse bize oy vermiyor... Bizi farklı kültürümüzden dolayı hor görüyorlar, dışlamak istiyorlar"...
* * *
YILLAR boyunca "Eurovision" yarışması, bir siyasal olay haline getirildi Türkiye'de. Her defasında, "Eurovision" yöneticilerine ve bu vesile ile Avrupalılara ateş püskürüldü. Bir ara, bazı çevreler, Türkiye'nin "Eurovision"dan çekilip, İslam ülkeleri ile ayrı bir şarkı yarışması düzenlemesini dahi önermişti!..
Oysa yıllar boyunca puan alamayan pek çok Avrupa ülkesi, sonucu umursamıyordu bile. Medyanın ve halkın büyük kesimi "Eurovision" ile ilgilenmiyor, sonucu da yadırgamıyordu.
Türkiye'nin bu konuya aşırı ilgi ve duyarlılık göstermesinin nedeni "Eurovision"u, Avrupa ile bütünleşme ve onun bir parçası olma arzusunun ve hedefinin bir unsuru olarak görmesidir. Türk kamuoyu bunu adeta bir ulusal onur ve gurur meselesi yapmıştır. Ta ki, peşpeşe başarısızlıklardan ve düş kırıklığından sonra, medya da, kamuoyu da - belki de umutsuzluktan kaynaklanan - bir ilgisizliğe kapılıncaya kadar.
Nitekim, Dublin'deki son yarışmada, Türkiye 25 ülke arasında üçüncü ilan edilirken, Türk medyasından kimsecikler yoktu!..
* * *
EVET, bir Türk bestesi Avrupa yarışmasında, hatırı sayılır bir ödül kazandı. Demek ki, Türkiye, azimle, sabırla çalışarak ve kabul edilen standartlara uyarak uluslararası toplulukta yerini alabiliyor. Gerçi bazı önyargılar ve politik oyunlar olabiliyor. Ama bu engeller, iyi bir performans gösterilince aşılabiliyor. O halde kapıları zorlamanın ilk koşulu, kabul edilmiş standartlara ve kurallara uygun bir "kalite" sergileyebilmektir.
Bu sadece müzikte değil, diğer alanlarda da öyledir.
Örneğin geçen yıl "Brisa", Avrupa Toplam Kalite Yönetimi (TQM) büyük ödülünü kazanmıştı. NETAŞ da aynı Avrupa klasmanında, başarı ödülüne layık görülmüştü.
Sporda da geçen yıl futbol ve basketbol takımlarımız Avrupa kupalarında güçlü rakiplerine kafa tutabilmiş, bu arada Türk Milli Futbol Takımı Avrupa'nın en iyi 8 takımı arasında yer alabilmiştir.
* * *
GELELİM siyasi alana: Türk diplomasisi yıllardan beri, Avrupa ile bütünleşme çabası içindedir. Bu geleneksel politika sayesinde Türkiye Avrupa Konseyi'nden Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı'na (AGİT) kadar çeşitli örgütlere dahil olmuştur. Böylece bugün, Türkiye'nin Avrupa camiasında fiili bir varlığı vardır.
AB üyeliği de, işte Avrupa'nın bir parçası olmak arzusunun ve hedefinin bir unsuru, hatta en önemli unsurudur.
Müzikte veya ekonomide veya sporda, Avrupa'nın kapılarını zorlamanın koşulları, siyasal alan için de geçerlidir. AB ile bütünleşme çabasında kararlılık kadar, kabul edilmiş kural ve standartlara uymak da şarttır. Gerçi AB içinde, çeşitli nedenlerle buna karşı çıkanlar olabilir. Ama yüksek standartlara, iyi bir performansa karşı kimse fazla direnemez.
Yeter ki, Türkiye bu nitelikleri sergileyecek duruma gelsin. Bu da TV kanallarının basılması, gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin hapsedilmesi ile olmaz tabii...