Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen hafta Zürih'ten gelen kısa bir haber, dikkatleri pek çekmedi. Haber, İsviçre'nin en büyük bankası UBS'nin Ilısu Barajı'nın finansman danışmanlığından çekildiğini bildiriyordu. Bankanın bu karar için gösterdiği gerekçe, bir süreden beri bu önemli baraj projesine karşı Avrupa'da yoğun bir kampanyaya girişen çeşitli lobilerin öne sürdüğü iddialara dayanıyordu.
UBS'nin bu kararı geçen kasımda İngiltere'nin ünlü mühendislik şirketi Balfour Beatty'nin, daha önce de İsveç'in Skanska firmasının bu işten çekilmesinden sonra, Ilısu Barajı'nın yapımı hayaline ağır bir darbe indiriyor.
* * *
ÜÇ yıl önce açılan ihale sonucu devreye giren konsorsiyumun belli başlı yabancı firmalarının teker teker neden "döküldükleri"ni anlatmadan önce, Ilısu Barajı ile ilgili bazı temel bilgileri anımsatalım.
1990'ların ortalarında hazırlanan Ilısu projesi, Güneydoğu Anadolu'da, Şırnak ili içinde, Dicle Nehri üzerinde enerji amaçlı bir baraj ile bir hidro - elektrik santralının kurulmasını öngörüyor. GAP'ın kilit projelerinden biri olan Ilısu, Atatürk Barajı'ndan sonra, en büyük ikinci baraj olacak.
Türk yetkilileri, 1.5 milyar dolara mal olacak olan bu barajın yapımında karşılaşılacak bir dizi sorunun varlığını önceden saptamış ve bazı önlemler almayı da kararlaştırmıştır. Örneğin sular altında kalacak Hasankeyf'in arkeolojik kalıntılarının "kurtarılması" için bazı çalışmalar öngörülmüş ve hatta bunların yabancı bilim merkezlerinin katkısı ile gerçekleştirilmesi için harekete geçilmiştir.
Ancak, İngiliz, İsviçre, İsveç, İtalyan firmaları (Türk şirketleri ile birlikte) işe koyulurken, Avrupa çapında bir "Ilısu karşıtı kampanya" başlamıştır. Bu kampanya üç nokta üzerinde odaklaşmıştır: 1) Barajın çevreye ve tarihi kalıntılara zarar vereceği, eski kültür mirasını yok edeceği iddia edilmiştir. 2) Bölgedeki 60 - 70 bin kişinin evlerini terk etmeye zorlanacakları öne sürülmüş ve bu nüfusun Kürt kimliği üzerinde durulmuştur. 3) Suriye ve Irak'ın Dicle'den aldığı suyun nitelik ve niceliğinin bozulacağı belirtilmiştir.
İngiltere başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde bu kampanyayı yürütenlerin başında çevreciler, Kürt ve Arap lobileri ile insan hakları grupları yer almıştır.
Bu kampanya öyle bir baskı yaratmıştır ki, sonunda bu firmalar bu işten vazgeçmek zorunda kalmıştır. Örneğin İngiltere'de Balfour Beatty şirketi, kendisine vaat edilen 200 milyon sterlinlik devlet kredisi garantisini alamayınca, çekilmiştir. Son olarak UBS de, "projenin yol açacağı sosyal ve çevresel etkileri" dikkate alarak bu işi bıraktığını ilan etmiştir.
* * *
BU firmaların Türkiye'nin bu iddialara karşı verdiği sözü tatminkar görmediği veya ciddiye almadığı görülüyor.
Ama, basına da yansıyan bu kampanyadan da anlaşılıyor ki, Ilısu Barajı'na karşı yapılan itirazların, anlamlı bir siyasal boyutu var. Yani mesele sadece "çevresel veya sosyal" değil.
Örneğin, daha işin başından beri, Ilısu'nun yapımı nedeni ile "binlerce Kürdün zarar göreceği, bunların evsiz - barksız kalacağı" öne sürülmüştür.
Geçen hafta "Guardian" gazetesinde yayımlanan bir yazıda, şimdi Çoruh Nehri üzerinde yapılması öngörülen Yusufeli Barajı için de aynı iddialar tekrarlanıyor. Bu kez de, barajın kurbanlarının "bölgedeki Gürcüler" olacağı iddia ediliyor!
Dikkat: Ilısu projesini rafa kaldırtanlar, şimdi aynı oyunu Yusufeli projesi için de oynamaya hazırlanıyor.
Ankara buna ne der?