Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami Kohen

GÖRÜNÜŞE göre, AB'nin Amsterdam'daki zirvesinden çıkan sonuçlardan biri, "genişleme" yani yeni üye kabul etme sürecinin uzayacağıdır.
Bunun nedeni, 15 üyenin AB'nin yapılanmasına ilişkin "kurumsal reformlar"ı hızla gerçekleştirmek konusunda bir görüş birliğine varamamasıdır.
Karar mekanizmasının geleceğini belirleyecek olan düzenlemeler üzerindeki çalışmalar devam edecek. Bunlar tamamlanmadan AB'nin yeni üye alması mümkün değil. Ama bu, üyelik için başvuruda bulunan ülkelerle görüşmelerin başlamayacağı anlamına da gelmez. Nitekim dün de belirttiğimiz gibi, Amsterdam'da "genişleme" sürecinin" start"ı verilmiştir. Gelecek Aralık ayında Lüksemburg'da, başvuru sahibi ülkelerden hangileri ile müzakereye oturulacağı belirlenecek.
Görüşmelerin başlaması ile o ülkenin -veya ülkelerin- üyeliğe kabul edilmesi arasında uzun zaman geçebilir. (Daha önce İngiltere de yıllarca beklememiş miydi?).
Amsterdam'da yapılan en iyimser tahmin, ilk üyeliklerin ancak 2002'den itibaren -yani 5 yıl sonra- gerçekleşebileceğidir.
* * *
BU, aslında AB'deki iç gelişmeleri izleyenler için bir sürpriz değil, Avrupa basınında öteden beri, AB'de "genişlemeyi aceleye getirmeme" havasının estiği yazılıyor, hatta değil 2002, 2005 yılından önce hiçbir yeni üyeliğin söz konusu olamayacağı belirtiliyordu. Nedeni de açık: Avrupalılar AB'yi kendi çıkarlarına zarar vermeyecek bir mimari anlayışla sağlam temellere oturtmak istiyorlar. Bunu da "önce derinleştirelim, sonra genişletelim" şeklinde ifade ediyorlar.
Türkiye için önemli olan, başvuru sahibi 11 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi (ve Kıbrıs) ile aynı statüde olmaktır. Bu sağlanmış görünüyor. Yani şimdi Türkiye ile birlikte tam bir düzine "başvuru sahibi" ülke var. Yıl sonunda artık bunlardan hangilerinin üyeliğe "aday" sayıldığı ve hangileri ile ilk aşamada müzakereye oturulacağı belli olacak.
Türkiye bu "ilkler" arasında olacak mı?
Ankara'da resmi çevreler bu konuda umutlu. Fakat AB başkentlerinde yetkililer (ve Ankara'daki temsilcileri) çok daha ihtiyatlı. Hatta bazısı Türkiye'nin "birinci dalga"da yer almasına hiç ihtimal vermediklerini açıkça söylüyorlar.
Tabii "ilkler" arasında yer almak için çalışmak ve bu çabaları cesaret ve umutla yürütmek lazım. Ama gene de Türkiye'ye bu olanak yerine "güçlendirilmiş ortaklık statüsü"nün verilmek istenmesi oldukça olasıdır.
Şu anda Dışişleri'nde olayları izleyen birkaç uzman yetkiliden başka bu olasılıklara göre stratejiler oluşturacak bir siyasi makam, bir hükümet, yok. Bu da büyük bir talihsizlik. Çünkü önümüzdeki aylar, Türk - AB ilişkilerindeki en kritik dönemi oluşturacak.
* * *
DENEBİLİR ki (açıkça diyenler de var zaten), AB yeni üyelikler konusunu aceleye getirmediğine göre bizim rahatsız olmamız için önemli bir sebep yok. Eğer Polonya veya Çek Cumhuriyeti de bekletilecekse, biz de çaresiz bekleyeceğiz. Ama hiç olmazsa, onlar da bizden farklı durumda olmayacaklar...
Bu bizce bir teselli olmamalı. Bir kere yukarda belirttiğimiz gibi bazı ülkeler "ilkler" arasında yer alacak ve onlarla müzakereler herhalde 1998 yılı içinde başlayacak. Gönül Türkiye'nin de bu kategoriye girmesini ister.
Tabii iş sadece arzu etmekle bitmez. Bu hakkı kazanmak gerek. Bunun için de AB Büyükelçisi Michael Lake'in deyişi ile Türkiye "kıstasları yerine getirme yeteneğini göstermek" durumundadır.
Türkiye'nin bazı alanlarda diğer başvuru sahibi ülkelerden daha avantajlı durumda olduğu kuşkusuz. Ama bazı siyasal, ekonomik ve yasal kriterlerde hala geride bulunduğu da inkar edilemez. İşte Ankara bu alanda AB ile uyum sağlayacak adımları atmalıdır. Hem de süratle... Çünkü zaman daralıyor.
Evet, Amsterdam'da genişleme işini "ağırdan alma" kararı, sanıldığı gibi, bize "rahatlama zamanı" bahşetmiyor.
Eğer AB şimdi başvuruda bulunan tüm ülkelere "bekle" işaretini veriyorsa, Türkiye'nin yapacağı şey gevşemek değil, aksine durumunu pekiştirmek için daha fazla "çalışmak"tır...


Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr